Hani diyor ya merhum reyhani; “bizim köyün hallerini yaz” diye. Hergün yazıyoruz ama yazmakl bitermi bu büyük köyün sorunu. Sosyal dokusundan kültürüne, sağlığından eğititmine, dış siyasetinden kulisine varana kadar yaz. Yaz babam yaz. Kime yazıyorsak artık. Aslında sıkıcı bir iş değil yazmak. Benim en çok sevdiğim dinlenme modeli. Okumayı sevdiğimden daha fazla seviyorum yazmayı. Beni benden alıp başka diyarlara götürüyor her yazı. Yazmak için yazmıyorum aslında. Okumak için yazıyorum. Yazdıklarımı okudukça gördüğüm eksik ve devriklerin telafisi için daha fazla yazıyorum. Okuyorlar birileri. Ara sıra denk geliyorum, yorumlara, eleştirilere. Siyaset yazmak istemiyorum ama bazen zorluyor şartlar. Hedefim bireyler değil elbette. Bu güzel ülkemin ve bu cennet vatanımın her ferdi mutlu, sağlıklı ve huzurlu olsun istiyorum. Tembihlerim, teşbihlerim bunun için. İsyanımda buna ya. Yaza yaza öğreniyoruz bir çok şeyi. Tıbbı, cerrahiyi, emniyeti, coğrafayayı, tarihi, insanlığı, savaşları, acıları. Yazmak ne çok şey öğretiyor insana. Tıpkı okul gibi. Hergün bir dersi çalıştırıyor sana. Çalışıyorsun resmen. Araştırıyorsun, kita kurcalıyorsun, gündem takip ediyorsun, haber izliyorsun. Hatta ben kasten ve özellikle belgeseller izliyorum. Galapagos adalarını, kaymanı, buz küllelerini, kelebeklein ömrünü, sevdaları, beklentileri, farklı coğrafyanın çocuklarını. Nil’i, Ganj’ı. Başka yerel dinleri, adetleri, geenekleri. Renkleri rengarenk derileri ve dilleri. Suyu, nehiri, bulutu. Ne varsa aklınıza gelen, her şeyi, ama her şeyi. Elekten geçirtiyor vallahi bu yazma meselesi. Konu belirlemiyorum önceden. Belirlediğim konuda yazamıyorum. Ama aklının arka tarafında duranlara elimi atıyorum. Ne gelirse artık. Bu gün kendimi buldum, aklımın ardındaki karanlıkta. Dehlizlerde unutmuşum kendimi sandım. Kendimide yazmalıydım ama. Yalınkılıç, hazırlıksız, aynasız, bezeksiz. Dümdüz yazmalıydım aslında. Yazayım bir gün nasipse ama. Hazır konu açılmışken yaz dedim kendime. Kendinide yaz gazeteci. Yaz.