Bilincinde olanın maksuduna erme bayramı olan ölüm, yolu hakikat olan için hasat mevsimidir. Yani, Hz. Mevlana gibi şeb-i aruzudur. Bir bitiş olmadığının idrak ve inancında olan imanlı gönüller açısından ise bu bitiş, firkat ve çilenin son bulduğu bir dem olması hasebiyle arzulanan bir başlangıçtır adeta... Nîmet-i İlahidir. Hakka, hakkı verilmiş bir yaşantının nihayetinin adıdır. Korkarız ölümden cennete gitmeyi arzulasak da… Korkumuz “Hakka döndüğümde azığım nedir?” kaygısındansa, ne mutlu… Ama maalesef...
Günümüz insanları sadece “Azık” -ki O da sadece Dünyalık- kavramıyla meşgul olarak meselenin Hak’ka bakan tarafına hiçbir ehemmiyet göstermemektedir. Maalesef bu düşünce ve hayat tarzı da insanlığı her geçen gün bulunması gerektiği limandan biraz daha uzaklaştırarak, kapkaranlık sulardaki girdaplara çekmektedir. Netice itibarıyla insanlık içinde, insanlığı taklitten öteye geçemeyen, Dünya’yı, doğayı ve insana dair her ne varsa vandalist bir anlayışla yıkıma uğratmak ve tüketmekten başka bir gayesi olmayanlarca Dünya yaşanılmaz bir hale sokulmakta. İnsanlıkta farz-ı muhal olan bu kesim, kendisinde karşılığı olmayan herşeye de karşı çıkmakla maruftur. Hani bir deyişle “Karşı, karşının herşeyine karşı!” sonrası önyargı, muamma ve çıkmaz... İşte hırs ve arzu esareti altında ezilerek ,hep aynı ütopik sorunların etrafında dolap beygiri gibi dönüp dolaşmayı misyon edinmiş bu kronik rahatsız tipleme mübtelası, menfaat ve rızık kaygısıyla da hareket edince,Dünyasını da, ukbasını da bitirmektedir de farkında bile değildir. Öyle ki, geleceğe yatırım yaparken, gideceğe(ölüm) yatırım yapmayarak kullukta eksen kaymasına sebep olmaktadır.
Yaşamın lezzetlerinden hem kendimizi hem de toplumumuzu gafil bırakmamak adına kendimiz ve toplumumuzun mürebbisi(terbiye edici) olabiliriz. Çürük bir meyvenin yanındaki tazeliğimize aldanmamalıyız. Zira onun çürüklük hali kısa zamanda bizi de etkisi altına alacağından bizde de aynı etki görülmeye başlayacaktır.
Demek ki, bizim iyi olmamız yetmiyor. Çirkinden de uzak durmamız gerekmekte. Güzelliğin bedeli olarak bunu sergilemeliyiz, güzeli ve güzelliği etrafımıza anlatarak ve yaşayarak toplumu da güzelleştirmeliyiz. Bunun için enaniyetsiz, kapısını herkese açan kucaklayıcı ve müşfik bir yapıya sahip olmamız gerekmektedir.Farzedelim ki insanlık asansöründe kat-kat yol alırken bir anda durdunuz ve mahsur kaldınız. Dışarı çıkamıyorsunuz ama anahtar (insanlık) sizde. Size ne faydası olacak? Oysa imkanın var iken dışardakine anahtarı teslim ederek ona değer yargılarını öğrenebilmeliydin. Öğretmelisin ki! kendini ve seni kurtarabilirsin. Öğretme olgusunun bir bakıma kendini de kurtarmak anlamına geldiğini anlamış oldun bu örnekle. Öğrenilmesi elzem olan yoğunlaşmalıyız O da “insanlık”. İnsanlıktan nasipsiz her öğrenen cahil, insanlığı öğrenmiş her cahil ise mahir. Diyebiliriz. İnsanlık kaybedilmemesi gereken en önemli yaşam kaynağımız. Yaşam ise kaçınılmaz sonu (ölümü) beklemek...Yaşamak bir bakıma ölüme rıza göstemek/haketmek. Yaşarken ölü olmak, ölürken yaşayanlardan olmaya delalet tersi ise felakettir.
Selam ve dua ile...