Hayatın icra sahası olan dünyayı beraber
paylaştığımız müminlerden biri
vefat edince son görev olarak cenaze
namazında bir araya gelerek nasıl
bildiğimize ve nasıl tanıdığımıza yönelik şahitlik
ederiz. Soru basit, cevap klasiktir:
- Nasıl bilirsiniz?
- İyi biliriz...
Aslında iyiliğine
de kötülüğüne de şahit
olarak Allah yeter.
Bizim yaptığımız, dışarıdan
gördüğümüz
kadarıyla durumu özetlemektir.
Macerası devam
eden hayatta ise bu
böyle değildir. Nasıl
bildiğimizi, tanıdığımızı
söyler sonra muhatabımızın
bildiğimiz ve tanıdığımız
şekliyle hareket etmesini bekleriz. Hayatın
koşuşturmacası içinde iyi bildiğimiz birinin
kötü birine evrilişini görmek hem canımızı acıtır
hem öfkemizi kabartır.
İyi Partili bir adı “vekil”in yaptığına bakış
açımız da aynen bu şekildedir. Kötü bilenler,
davranışının ortaya koyduğu çirkinliği doğal karşıladılar.
İyi bilenler ise köpürüp köpürmemekle,
şaşırıp şaşırmak arasında bocalıyor.
Biz şehidi “iyi biliriz” çünkü vatanı, bayrağı,
dini vs. kutsalları için en değerli varlığını, canını
feda etmiştir. Bundan öncesinin ne olduğunun
hiçbir önemi yoktur. Babamızın katili bile olsa
biri şehitlik mertebesine ulaşmışsa mübarektir,
değerlidir ve minnet olunasıdır. Dolayısıyla
onun yakınları da nazarımızda iyidir, değerlidir,
mübarektir, hataları ve kusurları hoş görülmeye
değerdir çünkü en değerlilerini kaybetmiş olmanın
acısını “vatan sağolsun”la tuzlamışlardır.
Türk’ün töresi kutsalına el uzattırmamaktır.
“İl gider, töre kalır” diyen atalarımız yarın
mahşer meydanında yüzümüze tükürsün istemiyorsak
bu adı “vekil”e hak ettiği muameleyi
göstermek zorundayız. Şahsen özrünü kabul etmiyorum
ve şiddetle kınıyorum.