Adam bankadan çek koçanı almış ve bürosunda koltuğa gömülmüş. Gelene çek gidene çek. Bir zaman sonra ellerinde siyah çantalar, iyi giyimli iki adam gelmiş ve sekretere “patron”un müsait olup olmadığını, kendilerinin bankadan geldiklerini söylemişler. Çiçeği burnunda patron bunları kapıda karşılayıp, sekretere kahve siparişi verdikten sonra “gelelim” konuya demiş. Adamlar durumu izah edip, bir hayli çek kestiğini, bu poliçelerin karşılığını ödemesi gerektiğini söyleyince, patron sırıtarak çekmeceden çek koçanını çıkar mı ve demiş ki; “aman sizinde derdinize bakın, hallederiz. Yazayım size bir çek, gidip bankanızdan alın”.
Ticaretle uğraşana, alıp satana, değişene, trampa edene, barter yapana tüccar denir. Tüccarın en kıymetli varlığı satma kabiliyetidir. Bizim yörede hayvancılık işiyle uğraşana denir tüccar. Bazen cambazda denir bu işle meşgul olana. Ama daha çok çevresini dolandırmaya meyilli olanlar için kullanırlar bu ifadeyi. Birde adam satana derler tüccar diye. Bu ifade bu ünlerde en fazla İmamoğlu’na yakışıyor bence. Adam Türkiye cumhuriyetini, vatandaşlarını, kendi çevresini sattı. Kayyum atanan belediye başkanlarını ziyaret ederek devleti sattı, kendisine oy verenleri işten çıkararak vatandaşını sattı. Vaatleri hatırlatılınca; “onlar CHP nin vaatleri, bizi bağlamaz diyerek kendi partisini sattı. Tam bir tüccar. Yüzü temiz, kendi konuşkan, becererek yalan söyleyebilen, Pontus la yunan arasında kaldığımız ırktan bir adam. Sözde yeni yüz,yeni nefes, yeni heyecan. Her şey çok güzel oldu. Adamın kimliği, karakteri, niyeti, ticareti ortaya çıktı. Ama takmıyor ki, adam tüccar. Timsah derisinden kalın suratı utanmıyor. Kendisine oy varan seçmenin çocuğu dağda taşta ihanet kurşunuyla vurulmasına rağmen, vurandan yana duruyor. Onlara teselli veriyor, halay çekiyor, zılgıtın sesi ayyuka çıkıyor. Oysa bizim aklı evvel hemşerimizin birinin öğretisiyle, çocukken ezberlediği kuran ayetlerini, kameralar eşliğinde Eyüp Sultanda terennüm ediyordu. Her gün beş iftar sofrasında bulunuyor, ara sırada demleniyordu çaktırmadan. İnanmadığı bir iftar sofrası başında, tanımadığı tanrısına yakarıyordu “beni affet” diye. Acaba diyorum bu katıldığı içkili iftar sofralarında Allah’ı da mı kandırdığını zannediyordu bu tüccar. Namus sözü vererek dolaştığı sokaklarda gezinmek yerine hiç alakası olmayan Diyarı Bekir de halay çekmenin manası ne. Eğer verdiği sözlere istinaden, kendisini o koltuğa taşıdığına inandığı çapulculara vefa borcunu mu ödüyor. Ee bu tüccar, borcuna sadıksa namusunu borçlandığı ve bir SMS aracılığıyla işten attığı garip gurabanın hakkını da öder mi acaba. Beklemek lazım. Beklide onlara da bir çek keser. Ha, ne dersiniz?