İnsan var olduğu günden beri kendi varlığını sorgulanmış, yaşadığı dünyadan kendine güç devşirmeye çalışmıştır. Etrafında olanın tanrıyamı yoksa kendinemi ait olduğu konusunda arafta kalmıştır hep. Evini yaparken tapusunu, aracını park ederken ruhsatını yanında tutsada nihayi kudretin ve sahipliğin tanriya ait olduğu konusunda bilinç altinda tutmak zorunda kalmıştır. Gücü nispetinde sahiplenmeye çalışsa da her şeyin sahibi olamayacağını anlayınca tanrıyla irtibat kurma gereği duymuştur. Bu günkü teknolojiyle izleyebildigi irna kasırgasına hayretle bakarken dünya tabanındaki mağmayla bağ kurabilen merkezini tanrının gözü kabul etmiştir. Kaç mimarın kaç gece çalışarak hesapladığı çelik konstrüksiyon yapılarını hallaç pamuğu gibi sağa sola fırlatışını tanrının gazabı olarak okumuştur. Kafasına göre takılma şansının olmadığını anlayan bu ucube yaratığın sahiplik noktasında acziyetini her an ortaya koyan tanrıyla iyi geçinme telaşı kudretin sahibine egilmekten başka çare bırakmamıştır. Kurtar, yardım et, ver, verme, etme gibi yakarıştan başka lisan bimeyen ve tanrıyla bu kadar konuşabilen insanın tanrıyla barışık olma zorunluluğu devam etmektedir. Her ne şartta ve yerde olursa olsun tanrinin lisanini bilmek ve onunla konuşmak İnsan için hayırlısı olsa gerek.