TAHRİM SURESİ NÜZULÜ VE KONULARI

Mushaf’ taki sıralamada altmış altıncı,
iniş sırasına göre yüz yedinci süredir. Hucurat
suresinden sonra, Teğabun suresinden önce
Medine de nazil olmuştur. Sure
on iki ayettir.
Hz. Peygamber (sav)’ in
kendisi için koyduğu geçici yasaklardan
söz edilirken ilk ayette
geçen fiilin masdarı olan “ tahrîm”
kelimesi sureye ad olmuştur.
Ayrıca bu sureye
“ Müteharrim” veya “ Lime Tüharrimü”
Suresi adı da verilmektedir.
Nüzul sebebi, baş tarafındaki
ayetlerden anlaşılacağı üzere
tahrim hadisesidir.
Tahrim, itikadi veya fiili,
asli yahut arızi, geçici ya da geçici
olmayacak tarzda haram etmek, haram
kılmak veya menetmek, mahrum kılmak manalarına
gelebilir.
İlahi teklifle yahut zorla ya da akıl veya
şeriat yönünden yahut da usul ve adette,
emri sayılan biri tarafından yasaklanma, menedilme
veya mahrum kılınma şekillerini kapsamakla
beraber talak, zıhar ve ila gibi bazı
yemin kısımlarını da içine almaktadır.
Burada ise Peygamber Efendimiz
(sav)'in kendine yaptığı bir tahrim
(haram kılma) olayının ismi olarak bu
sure ona izafe edilmiştir.
Esasen tahrim Allah'a ait olup, Allah'ın
helal kıldığını haram kılmanın iyi bir şey olmadığı
anlatılmıştır.
Bu olay asr-ı saadet döneminin önemli
hadiselerinden biri olduğu için özetlemekte
fayda olduğunu düşünerek ELMALILI tefsirinde
keçtiği şekliyle yazıma almak istedim.
“ Peygamber Efendimiz (sav) hanımlarından
birine sır olarak söylediği bir sözü, o
hanımı gizli tutmayıp, Peygamber'in hanımlarından
en fazla görüştüğü diğer bir arkadaşına
çıtlatmıştı.
Bundan haberdar olan Hz. Peygamber
(sav), sırrını gizlemediğinden dolayı ona çıkışmıştı.
Buna karşı da o ikisi birbirine arka
çıkıp, dünya refah ve süsleriyle ilgili bazı dileklerde
bulunarak, Hz. Peygamber (sav)'in
diğer hanımlarını da alakadar edecek bir davranışta
bulunmuşlardı.
Bundan dolayı Resulullah'ın hem
dünya hayatının önemsizliğini anlatmak hem
de ailesine bir ıslah dersi vererek netice itibariyle
rızalarını yoklamak üzere kendisine helali
haram eder yollu bir yemin ile öteden beri alışılagelmiş
hayat tarzından ve haremlerinden
ila şeklinde ayrılıp, Meşrebe (şerbetlik) denilen
selamlık odasında bir ay müddetle köşesine
çekilmeyi tercih etmiş olduğu hadisedir.
İtikâfın sünnet olması hasebiyle başlangıçta
bunun ne olduğu anlaşılmamıştı.
Ancak kısa bir müddet sonra hane-i
saadette bulunan hanımlarının hepsi Resulullah'ı
gücendirmiş olma endişesiyle ayrılık acıları
içinde gözyaşları dökmeye başlamışlardı.
Derken etrafa Peygamber'in bütün hanımlarını
boşadığı haberi yayılmış ve onu
duyan sahabileri birden bire bir merak ve
telaş sarmıştı.
Bu esnada Suriye tarafında Rumlar'ın
teb'asında yaşayan Hıristiyan Araplardan
Gassaniler'in Müslümanlarla savaşmak için
hazırlık yaptıklarınadair Medine'de haberler
yayılmaya başlamış, münafıklar da bir kargaşa
ve karışıklık çıkarmaya vesile bulduklarını
zannederek sevinmişlerdi.
Nihayet yirmi dokuzuncu günün sonunda
Resulullah uzletten çıkıp hanımlarının
yanına dönmüştü.
İşte söz konusu surenin, bu tahrim olayı
sebebiyle indirilmiş olabileceği gibi Tirmizi'nin
rivayet ettiği vechile Ahzab Suresi'nde geçen
“ Ey Peygamber! Eşlerine söyle: “ Eğer
siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız,
gelin size müt'a (boşanma bedeli) vereyim
ve güzellikle salayım.” (Ahzab, 33/28)
ayeti de bu sebeple nazil olmuş ve Müslim'in
bir rivayetine göre de Nisa Suresi'nde yer
alan “ Onlara güven veya korkuya dair bir
haber gelse onu yayarlar...” (Nisa, 4/83)
ayeti de bu sırada indirilmiş olabilir. ELMALILI
TEFSİRİ
Bu hadise hakkında çokça rivayet ve
yazı mevcuttur. Ben bunlardan birisini nakletmek
istiyorum.
Buhari ve Müslim şu iki rivayette ittifak
etmişlerdir:
“ İbn Abbas (r.a.) hadiseyi anlatarak
dedi ki: “ Ömer b. Hattab'a bir ayet hakkında
sormak istiyordum. Bir sene bekledim,
heybetinden soramadım. Ta
ki hac yapmak üzere çıktı, ben de
beraberinde çıktım. Döndüğümüzde
yolun azını kat etmiştik.
Ömer, ihtiyacı için bir misvak ağacının
yanına saptı, ben onu bekledim.
Nihayet işini bitirdi, sonra
beraberinde yürüdüm. (O abdest
alıyor, ben de suyunu döküyordum,
bir sırasını buldum):
“ Ey müminlerin emiri! Peygamber
(sav)'in hanımlarından
ona karşı bir davranış içinde bulunmuş
olan o iki kadın kimdir?”
diye sordum. Ömer de: “ Onlar,
Hafsa ile Aişe'dir” dedi.
Sonra Ömer (ra) şöyle devam etti:
“ Vallahi biz doğrusu cahiliyye döneminde
kadınları bir şeye saymazdık, ta ki Allah
Teâlâ, onlar için indirdiğini indirinceye kadar
ve haklarında verdiği payı verinceye kadar.
Ben, kendi kendime bir işle ilgili düşünürken
karım bana: “ şöyle şöyle yapsan” dedi, ben
de: “ Senin nene lazım? Benim düşündüğüm
bir işte senin sorumluluğun da ne oluyor?”
dedim. Bana: “ Ey Hattaboğlu! Sen kendine
karşı gevezelik edilmesini istemiyorsun, hâlbuki
senin kızın Resulullah'a karşı mırıldanıyor,
hatta o günü öfkeli bırakıyor.” deyiverdi.
Bunun üzerine Ömer hemen kalktı, ridasını
aldı, ta Hafsa'ya kadar gitti ve ona:
“ Kızım sen Resulullah'a karşı mırıldanıyor,
onu bütün gün kızgın bırakacak kadar söyleniyor
musun?” dedi.
O da: “ Vallahi biz hepimiz ona söylenir,
mırıldanırız.” dedi. Ben de ona dedim ki:
“ Bilirsin ben seni Allah'ın cezasından ve Resulullah'ın
gazabından daima sakındırmışımdır
a kızım! Sakın seni arkadaşının güzelliği ve
Resulullah'ın ona karşı olan sevgisi aldatmasın.
-Bu sözüyle Hz. Aişe'yi kastediyordu-” .
Sonra dedi ki: “ Oradan çıktım, yakınlığım
olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına
girdim, durumu ona söyledim. Ümmü Seleme
de bana şöyle dedi: “ Taaccüb ederim
sana Ey Hattaboğlu! Her şeye girdin de Resulullah
ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun?”
İşte bu söz bana öyle tesir etti ki; vicdanımda
duyduğum üzüntüyü kısmen ortadan
kaldırdı. (İşte Hz. Ömer'in bu meseledeki teşebbüsünün
son günlere kadar kalmasının bir
sebebi bu olmuştur. (Müellif)) Bunun
üzerine onun yanından da çıktım.
Benim Ensar'dan bir arkadaşım vardı. Ben
gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği
zaman da ben ona haber getirirdim.
Bu esnada Gassan krallarından birisini
de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği
söyleniyor, yüreklerimiz onunla dolu bulunuyordu.
Bir baktım ki arkadaşım Ensari kapıyı
çalıyor bana, “ Aç aç” dedi. Ben de “ Gassani
mi geldi?” dedim. Hayır, ondan daha
kötüsü, Resulullah (sav) hanımlarından ayrılıp
köşesine çekilmiş.” dedi. İçimden: “ Hafsa ile
Aişe'nin burnu sürtülsün.” dedim.
Hemen elbisemi aldım, çıktım. Nihayet
yanına vardığımda gördüm ki Resulullah
(sav) birkaç basamakla çıkılır bir meşrebede
(şerbetlik denilen divanlı bir odada), siyah bir
uşağı da merdivenin başında duruyordu.
Ona, “ Ömer b. Hattab'ın geldiğini söyle.”
dedim. Nihayet Resulullah bana izin verdi,
ben de bu söylediğim sözleri ona anlattım.
Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Resulullah
tebessüm buyurdu.
Bir hasır üzerinde bulunuyordu ve hasırla
arasında bir şey yoktu. Başının altında içi
lif dolu bir meşin yastık vardı. Ayaklarının yanında
dökülmüş biraz karaz (Bedevi zamkı
denilen selem pusesi), başucunda da asılı bir
pösteki duruyordu. Böğründe hasırın izini
gördüğümde ağlamaya başladım. “ Niye ağlıyorsun?”
dedi. “ Ya Resulallah!” dedim.
“ Kisra ve Kayser bulundukları haldeler, sen
ise Allah'ın Resulüsün...” Buyurdu ki:
“ Dünya onların, ahiret bizim; sen buna razı
olmuyor musun?” (Buhari, Talak, 8, Tefsiru
Sureti, 66/1, Eyman, 25; Müslim, Talak, 20;
Ebu Davud, Eşribe, 11; Nesai, Talak, 17,
Eyman, 20, Nisa, 4; Ahmed b. Hanbel, VI,
221.)
Selam ve
dua ile.