SORU “HAYAT NEDİR?” CEVAP “MERHUMU NASIL BİLİRDİNİZ?”

İzafi tanımlamaların çepeçevre kuşattığı bir dünyada yaşayan bireyleriz. İsimlendiremediğimiz kendimizle, kendi isimlendirmelerimizle yaşıyoruz. Dünyanın merkezine kendimizi alarak her şeyi tasavvur ediyoruz ve bakış açımız ile değerlendiriyoruz her meseleyi... Bildiği gibi bakanın, baktığıyla bildiği bir hayatın mimarıyız. Çoğu kez yaşadığımız duygu atmosferinin üzerimizde bıraktığı etki ile karmakarışık ve birbirine tezat düşünceler hegemon yasına teslim oluyoruz. Anlaşılamamanın vermiş olduğu acıyla kıvranırken, anlaşılmaz olmaya da devam etmekte mahiriz(!). Hak etmeyenlere itibar gösterirken, hakkı olanları öteleyenleriz. İyi kötü bir hayat serüveninde kendimize biçilmiş rolleri kendi tahayyül ve tasavvurumuz ile yaşayarak fiillerimizin faili olmaktayız. Yaşadıklarımızdan edindiğimiz tecrübe ile istikbale dair planlamalar yapıyoruz. Bir nevi hak ediyoruz geleceğimizi, gelecekleri... Geleceğimiz nokta ise bir camiinin avlusunda, musallanın önünde, yaşadığımız ve yaşattığımız hayata dair çıkarımda bulunacağımız, cansız bedenimize adeta ukbada can olacak o ulvi soruyu imam Efendinin cemaat’a sormasıyla “Merhum’u veya Merhume’yi nasıl bilirdiniz?” netice bulacak olanların. Yani bir bakıma başarının ya da başarısızlığın bir ilanı olacak. Minik bir mahşer provası. Ağızlardan çıkacak olan “İyi bilirdik!” nidaları, bizlerin başarı ve başarısızlığının en somut ve en gerçekçi sunumu olacak. Bu bakımdan Hakkın rahmetine kavuşanların, Halkın rahmetine ram olmakla mümkün olabileceğini unutmamak çok önemli. Hakkın lütfettiği rahmetin, Halkta tecelli etmesi ile rahmet parıltılarının muştusu bir bakıma...
İnsanın olduğu hemen her yer dünyanın merkezi olmalı. Çünkü her insan bir dünya ve her insan dünyayı şekillendiren dünyayı, dünyasında barındıran mukaddes bir varlık... Etrafında kainatın ve dünyanın deveran ettiği emanetçi... Fani varlığıyla, varlığın şerefini baki kılan, sevdiği kadar(!)var olan... Çok değerli... Fakat aynı şekilde İzafi tanımlamaları ile eşyaya ismini veren ve tuhaf bir şekilde eşya adına şekilden şekile girebilecek fıtratta olan... Zulmü kendisine olan... Karanlıklarını aydınlatan aydınlıklarını karartıcı muamma... Hayatın zorluklarına göğüs germekten müşteki, zoru hayat olarak satın alan müşteri... Başarısının, başağrısınca olduğu muzaffer... Sonuç mu? “İnsan” işte... Gözünü toprak doyurasıca... Zaaflarımızı kabul ederek kendimize yaşanabilir bir sayfa açmak bizi tüm meşakkatlerden koruyup, muhafaza edecektir. Artık nokta çıkarlara virgül gibi eğilmeyip, itimadı lütuf zannetmeyip gerçeklere ve Allah’ın bizi imtihan adına bulundurduğu gerçeğini idrak ederek şu alemde yaşamanın zamanı geldi de geçiyor. “Emr-i bil maruf, nehyi anil münker” hükmünü hayatımıza şiar ederek yaşamalıyız. Kendi isimlendirmelerimiz olan terimlerle
gıyabımızda başarılı olarak neticelenecek bir intiba bırakmalıyız. Yazımızın içeriğinde de bahsettiğimiz gibi aslında herşeyin sadece “Merhum’u veya Merhume’yi nasıl bilirdiniz?” sorusunun cevabını hak etmekten ibaret olduğunun şuurunda olmak duası ve niyazı ile...
Selam ve dua ile...