SIRÇA KÖŞK

Sırça Köşk, Sabahattin Ali’nin en etkili ve en çok okunan hikâyelerinden biridir. Bu hikâye, işi gücü olmayan ve tembelliği, rahat yaşamayı seven üç kişinin, bir şehre gelişlerini anlatır . Şehirde “Sırça Köşk”ün gerekliliğine dair söylentiler çıkarırlar. Tüm şehir, işi gücü bırakıp bir Sırça Köşk yapar. Sırça Köşk’te yaşamaya başlayanlar rahat yaşamanın tadına varınca tüm halkı, köşkün gerekliliğine inandırırlar. Zamanla halkta rahatsızlık ve sıkıntılar başlar. Ancak köşkle ilgili kafalarında ne kadar soru varsa uygun bir şekilde cevaplandırılır. Sırça Köşk’ün gerekliliğine inanırlar. Ancak halkta onlara bakacak güç kalmamıştır. Bunun üzerine Sırça Köşk’ün adamları halktan zorla yiyecek almaya, ayak direyenleri ise cezalandırmaya başlarlar. Kimse karşı çıkmayı göze alamaz. Çünkü, Sırça Köşk’ü hiçbir gücün yıkamayacağına inanmışlardır. Yazar bu eserinde,sade bir dil, yalın, duru ama yoğun bir anlatıma yer vermiştir. Halkın elinde bir şey kalmayınca, Sırça Köşk’ten çıkan bir emirle herkes elindeki son koyununu da vermeye çağrılır. Herkes elindeki son koyununu verirken halkta huzursuzluk baş gösterir. Bunu fark eden Sırça Köşk sakinleri, koyunların kellerini halka dağıtır. Ancak koyun kellelerinde beyin, dil ve göz yoktur. Halk “Niye?” diye sorunca; “Siz beyni pişiremezsiniz, dili yemeyi bilmezsiniz, göze ihtiyacınız yoktur” cevabını alırlar. Öfkelenen birinin fırlattığı kelle, Sırça Köşk’te, çarptığı yeri kırar. Tüm halk aynı şeyi yapınca Sırça Köşk yerle bir olur. Tüm şehir böylece bu beladan kurtulur. Halk, Sırça Köşk’ün enkazını çabuk temizler ve dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlamış olur. Masal tadındaki bu öykü bize uzun yıllar öncesinden seslenir. Bir anlamda yergi özelliği taşıyan öykü bize, başka bir ülkeden söz ediyormuş gibi görünür. Kuşkusuz yılların sorunları, insan ilişkileri, mekânları bambaşkadır. Ancak öykü, yazarın geniş ufkunu ve keskin görüşünü yansıtır. Bu yönüyle öykü hem çok çekici hem de üzerinde hayli düşününülmesi gereken bir yapıdadır. Yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünce: “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, anlamak için düşünmek gerekir” görüşüdür. Hikâyede aylak üç kişiden birinin aklına parlak bir fikir geliyor. Düzenli ve rahat biçimde yaşayan bir topluluğun içine girerek var olan değerleri sarsarak, kendi değerlerini yücelterek toplumun kurulu düzenini bozuyorlar. Öykü tümüyle sosyal bir ileti olması nedeniyle, tiplerin tek tek konuşması bütünsel olarak düşünülmüş ve canlandırılmıştır. Hikâyede ilk olarak isimsiz üç kişi, ön plana çıkar. Eylemleri tek bir etkiye odaklanmıştır. Bu üç kişinin kişisel çıkarları için, toplumu peşlerinden sürüklemeleri ve onlara istediklerini yaptırmaları, öykünün çıkış noktasını oluşturmaktadır. Hikâyenin geçtiği yer ve zaman net olarak verilmez. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda geçiyor olabilir. Bu aynı zamanda her yerde ve her zamanda da olabilir anlamına da gelir. Geniş bir zaman kesitini kapsayan Sırça Köşk, okuyana “kuşaklar boyu” duygusunu vermeğe çalışır. Hikâye, masalımsı anlatıma uygun olarak “-miş’li geçmiş zaman”la anlatılmaktadır. Hikâyede “Sırça Köşk”, bir simge olarak gösterilmiştir. Asıl verilmek istenen toplumun ihtiyaçları dışında bir yapılanma, kırılgan olmasına rağmen sağlam sanılan bir yapıdır. Yani yanılgılar üzerine kurulan bir sistemdir. Sırça Köşk yüksek bir yapıdır, her yerden görülebilir. Yapımına herkes katılır ama hiç kimse sorgulamaz. Camın yapısını bilmelerine rağmen kırılabilir olması akıllarına gelmez. Camın içi görülebilir olmasına rağmen olup biteni kimse görmez. İnsanlar adeta körleşmiştir. Bu durum hem geçmişe hem yaşanılan zamana hem de geleceğe ilişkin bir göndermedir. Öykü, üç kuşağı kapsamaktadır. Bunlardan birincisi düzenli bir hayat sürdüren kuşak, ikincisi düzenleri bozulan kuşak, üçüncüsü dedelerin torunlarına nasihat ettiği kuşak olarak adlandırılabilir. “Olay hikâyesi” biçiminde yazılan bu öykü; serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşmaktadır. Bu hikâyede, Sırça Köşk’ün yapılma nedeni, yapılışı, toplum üzerindeki etkileri ve yıkılışı sırasıyla anlatılır. Hikâye okunurken ilk akla gelen soru: “Toplumun Sırça Köşk’e ihtiyacı var mıdır?” sorusudur. Öyküden çıkarılacak en önemli sonuç ise “hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı”dır. Sırça Köşk, masalımsı ve hayalci bir anlatıma sahip olmasına rağmen, son derece toplumsal gerçeklere uygun, düşündürücü bir öyküdür. Yarattığı çağrışımlar ve verdiği mesajlar dolayısıyla eskimeyecek öyküler arasında yerini alan bu hikâye, daha çok uzun yıllar okunacağa benzer. Zira anlatılan sorunlar her dönemde yaşanabilecek sorunlar, kişiler de her dönemde yaşayabilecek kişilerdir. Yazar bu eserinde,sade bir dil, yalın, duru ama yoğun bir anlatıma yer vermiştir. Bu nedenle sanatın, yalın bir yansıtma işi olduğu görüşüne karşı çıkar. Yazara göre sanat, insanı yükseltmek ve daha iyiye götürmek amacıyla yapılmalıdır. Halktan yana olmayan ve yüksek zümreye hitap eden eserler unutulmaya her zaman mahkûmdur. Hikâye ve roman gibi türlerde kalıcı olabilmek için, seçilen karakterlerin canlı, konuların da güncelliğini yitirmeyecek türden olması gerekmeli, bu yüzden eserler, realist tarzda yazılmalıdır, görüşünü savunmuştur. Sabahattin Ali’nin diğer eserleri de halk tarafından hâlâ, bugün dahi büyük bir beğeni ile okunmaktadır. Hele şiirleri ve bu şiirlerinin bazıları bestelenmiştir. Mesela benim de çok beğendiğim “Leylim ley” adlı şiiri, bugün dahi, halkımız tarafından, bir türkü olarak halen daha sevilerek çok okunmaktadır ve çok beğenilmektedir. Kendisine rahmet diliyorum. Selam ve saygılarımla…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Taha Tuğlular 06 Kasım 2022 10:39

    Bu güzel eseri bilmiyordum- bu sayede tanımış oldum- hele şiirlerinin içindeki leylim ley gerçekten bugün de ölmez bir eser olarak zevkle her zaman her yerde söylenmektedir. teşekkür ederiz. yine gönülleri okşayan güzel bir yazı kaleme alınmış.