Hiçbir medeniyet anlayışı bireyi bağlı bulunduğu ve kendisini ait hissettiği toplumundan koparmamalıdır. Bu durum özümsenerek ve kişinin özüne sinerek, eşgüdümlü gerçekleşmelidir. Aksi taktirde bireyde oluşan kültürel dezenformasyon bireyi toplumdan uzaklaştırdığı gibi toplumu da sahiplenmesi gerektiği kültürel olgulardan uzaklaştırarak her türlü tuzaklara açık bir av haline getirir. Hele bu durum masum dimağlarda (çocuk ve gençler) gerçekleşirse o zaman daha tehlikeli bir sonuç doğurur. Şöyle ki; Masum dimağlar, üzerine hiçbir şey yazılmamış kağıt gibidir. Kötü ve çirkini bilmeyen bu kağıt, üzerine yazılan herşeyi nakşetmekte ve sergilemekte mahirdir. Unutulmamalı ki, kağıt üzerine yazılan yazıların silindikten sonra izlerinin kaldığı gibi masum dimağlara müspet veya menfi işlenilen herşey de sonraki süreçte silindiği halde kalıvermektedir. Bu yüzden istikbalimizin teminatı olan gençlerimizi kendi özlerine uygun olarak köklerinden aldıkları kudret ile yetiştirmemiz elzemdir. Hakkı tutan, Hak’tan yana olan, gücün adaleti değil, adeletin gücüne inanan. Adil olmaktan şaşmayan, kardeşliğin gereğini bilen ve yerine getiren. Rüzgarın esişine değil rüzgarı da var eden eşsizine kıyam ve rükûda bulunan. Tüm bunları huşu içerisinde gerçekleştiren bir insan yetiştirmeliyiz. Eskilerde değil eskilerle yaşayayan bir anlayışla. Çünkü eski dediğimiz geçmiş, bizim var oluş menbaımızdır. Geçmişimize sahip çıkarak geleceğe yön vermeliyiz. Ve bu sahiplenmeye ailemizden başlamalıyız. Peki nedir bu sahiplenilmesi gerekenler?
Evvela sözlerimize sahip çıkarak başlamalı, söz gafletinden uzaklaşmalıyız. Örneğin; bir cenaze evinde hemen herkesin ağzında “Hepimiz bir gün öleceğiz. Hepimizin sonu toprak.” diye bir söz dönüp dolaşır. Lakin samimiyeti sorgulanası bir durumdur. Zira, bu sözü idrak ederek ifade eden bir kişinin gözünden pişmanlıkları adına hüngür hüngür yaş dökülmeli ve hayatını bu sözlerine göre tanzim etmek gayretine girişmelidir. Fakat ölümün terbiye ve tezkiye ediciliği henüz mezarlıktan çıkmadan üzerinden kalkan insan, sözlerinde de bu tesiri ve yaptırım gücünu bulamamaktadır. Ağzında idraksiz birer terennümden öteye geçmemektedir. İşte bu şekilde söz gafletinden yakınmalıyız. İçimizi dolduran ve içini doldurduğumuz cümlelerin sarfedicisi olmalıyız. Hanelerimize sahip çıkmak, mamur etmek adına bir nizam tablosu oluşturmalıyız. Bu doğrultuda daha önce okuduğum bir yazıda ilgimi çeken güzel tavsiyeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
-Telefon, Televizyon, İnternet’e çeki
düzen vermeliyiz.
-Gıybet. tartışma ve küskünlüğü yasaklamalıyız.
-Cemaatle Namaz, Kur’an tilaveti ve sohbete devam etmeliyiz.
-Dua,İstiğfar ve zikri çoğaltmalıyız.
-Çok konuşmayı, çok uyumayı, çok yemeği evimizde azaltmalı.
-Eleşirmeyi, kınamayı, iğnelemeyi terk etmeliyiz.
-Yumuşak huylu, kolaylaştırıcı ve bağışlayıcı olmalıyız.
-Teşekkür etmeyi, özür dilemeyi, helalleşmeyi bilmeliyiz.
-Akraba, komşu ve düşkünlerle/yoksullarla bağlantıyı koparmamalıyız.
-Faizi, haksız kazancı ve haram olanı evimize ve kursağımıza sokmamalıyız.
-Ana-baba, salihlerin ve yoksulların duasını almalıyız.
-Sabrı, şükrü ve kanaati bırakmadığımız gibi tavsiye ve teşvik etmeliyiz.
Dikkat ederseniz her bir tavsiye Kur’an-ı Kerim’in ve Nebiyi Zişan (sav)’ın bizlere ferman buyurduğu ilahi nizamlarla örtüşmekte. Buda demek oluyor ki Huzur İslam’da! İslamın nizamının hakimiyetinde. Cenab-ı Hak rızası ve likası doğrultusunda yaşamayı hepimize lütfetsin. Zira, medeniyet ve medeniyeti şekillendirecek yegane unsur bu doğrultudadır.
Selam ve
dua ile...