Yavuz Sultan Selim Hân’ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı, Bu
yüksek tepeye dikti bu taşı O Gaazî
Hünkâr’ın mutlu gününde..
***
Vezir, molla, ağa, bey, takım takım,
Güneşli bir Nîsan günü ok attı. Kimi
yayı öptü, kimi fırlattı; En er
kemankeşe yetti üç atım.
***
En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü.
Titrek elleriyle gererken yayı, Her
yandan bir merak sardı alayı. Ok
uçtu, hedefin kalbine düştü.
***
Hünkâr dedi “ Koca! Pek yaman
saldın, Eğerçi bellisin benim katımda,
Bir sır olsa gerek bu ilk atımda. Bu sihirli
oku nereden aldın? “
***
İhtiyar elini bağrına soktu, Dedi ki: “
İstanbul muhâsarası, Başlarken
aldığım gazâ yarası, İçinden çektiğim
bu altın oktu!..”
***
Yahya Kemâl Beyatlı
Ok atmakTürklerin milli sporudur.
Türklerin ok ve yaya verdiği önem,
onların inanç dünyasını da
etkilemiştir. Ok ve yay, eski dönemlerden
beri, Türkler için, hâkimiyet sembolüydü.
Hakan tahtında otururken
elinde ok ve yay tutardı.
Komutanlarını toplamak için onlara
anlamı belli olan, değişik oklar
yollardı. Otağlarında, damga ve
sikkelerinde,ok ve yay resmi
vardı.Okçuluktaki bu töre ve semboller,
daha sonra Selçuklularda da
devam etmiştir. Büyük Selçuklular,
1040’da Dandanakan zaferini
kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri
fetihnâmelerin başında,eski
Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve
yay işaretleri bulunurdu.
Diğer taraftan, tüm dünya uluslarınca
benimsenen gerçekte, ok-yay ve
okçuluğun
Türklerce dünyaya tanıtılmış
olmasıdır. Bu gerçekle ilgili tarihi
kanıtların bir bölümü Ergenekon ve
Oğuz Destanlarında yer almaktadır.
Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi
biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok
iyi değerlendirmişlerdir.
Türklerde Okçuluk, binicilikle birlikte,
beden kültürü anlayışının öncüsü
olmuştur. Okçuluk sadece bir savaş
uğraşı değil, zevkli bir idman ve
yarışma biçimine getirilmiştir. Böylece
düzenlenen her türlü törenlerde en
büyük yarışmaların sembolü ok ve
okçuluk olmuştur.
Kaşgarlı Mahmut’un, Divan-i Lûgat-it
Türk adlı eserinde, okun aynı zamanda
“Pay” anlamına geldiği belirtilmektedir.
Yüzyıllar boyu süre gelen
bu gelenek Anadolu Türklerinde de
benimsenmiş ve devam ettirilerek
günümüze kadar yaşatılmıştır.
Osmanlılar zamânında da okçuluk
büyük bir ehemmiyet taşımış,
okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi
devlet seviyesinde ele alınmıştır.
Anadolu beyliklerinde ve
Osmanlılarda okçu birlikleri
savaşlarda çok mühim rol
oynamışlardır. Özellikle Birinci
Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi
ve 1521 Belgrad Muhâsarası’nın
zaferle neticelenmesinde bu birliklerin
payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü
birlikler teşekkül ettirebilmek için de
ok tâlimleri ve müsâbakalarının
yapıldığı “ Ok Meydanları”
düzenlenmiştir. Bir Osmanlı yayı, 200
yıl kullanılmıştır. Yapım aşaması, 250
yıl önce gerçekleşmiş yaylar vardır ki
bunlarda milim
şaşma, bozulma yoktur. Osmanlıda
okçuluk, kurumsal yapısı ve bağlayıcı
kaideleri ile modern bir spor müessesesi
niteliğindeydi.
Üç yüz metreye ok atabilen okçu,
“kemankeş” ünvânını alırdı.
Tozkoparan lakaplı Osmanlı okçusu
İskender tarafından kırılan ok atma
rekoru, dünya literatürüne girerek
kırılamayan rekorlar listesinde yerini
aldı.1550 yılında, İstanbul
Okmeydanı’nda düzenlenen okçuluk
müsabakasında, Tozkoparan İskender
tarafından kaydedilen rekor
atış, 846 metre mesafe kat ederek
tarihe geçti. Bu rekor bugün halen
daha kırılmış değildir. Okçular ok
atarken, sol dizlerini yere koyup sağ
dizlerini kaldırırlar “Ya Hak” diye salâ
verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok
atmazlardı. Kazanan kemankeşin
boynuna çaprazvârî şal takılır. Okçular
tekkesine götürülürdü. Baş sorumlu
olan, Şeyhü’l-meyâdin de
kazanana iltifât ederdi.
Müsâbakalarda mükâfât koymak
sadece pâdişâhlara, vezirlere ve
şeyhü’l-meydanlara mahsustu.
Okçular, kullandıkları âletlere hürmet
ederler, tâlim veya müsâbakalardan
sonra yay ve oklarını tekkedeki
dolaplarına koyarlardı. Okçuluk
sporunun ve tekkelerinin kendilerine
âit kuralları olup bunlara riâyet etmeyenler,
kemankeşlikten men edilmeye
kadar varan birçok müeyyidelere
tâbi tutulurlardı. Osmanlı ordusunun
ok ihtiyâcını, cebeci ocağı
karşılardı.Bu ocak tarafından îmal
edilen oklar sandıklarla savaş
meydanına götürülüp burada
kemankeşlere dağıtılırdı.
Savaşlarda,pâdişâhı, dört yüz okçu
korurdu. İkinci Mahmûd Han
zamânında ateşli silahların
yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini
kaybetmeye başladı.
Muhterem Cumhurbaşkanımızın
mahdûmu, Muhterem Bilâl Erdoğan
Bey, bugün, bunu görmüş olmalı ki bu
muhteşem “Ata Sporu” na gerekli ilgiyi
göstererek tüm Türki Cumhuriyetlerini
“ Okçuluk Federasyonu” adı
altında toplayıp her yıl, çeşitli müsabakalar
tertip ederek bu “Ata
Sporu”muzu yaşatmaya
çalışmaktadırlar. Bu değerli hizmet ve
ecdada verdikleri değer ve bağlılıktan
dolayı, Muhterem Bilâl Erdoğan Beye
çok çok teşekkür ediyoruz. Allah
(C.C.) Hazretleri, kendisinden razı
olsun. Âmin, Âmin !..
Bugün bu vesileyle Tokyo’da, milli
okçumuz, Mete Gazoz, ata sporumuz
ot atmada, büyük bir başarıya imza
atarak olimpiyat şampiyonu olmuş,
şanlı bayrağımızı göndere çektirerek
tüm dünyanın duyduğu İstiklâl
Marşımız’ı, göğsümüz kabartarak
okutmuştur. Kendisini tebrik ediyoruz.
Kadınlar 69 kilo boksta, Busenaz
Sürmeneli de olimpiyat şampiyonu
olarak şanlı bayrağımızı göndere çektirip
İstiklâl Marşımız’ı okutarak
dünyanın gözü önünde göğsümüzü
kabartmıştır. Tebrik ediyoruz.
Bu iki milli sporcumuzu ve
bayrağımızı göndere çektiren diğer
tüm milli sporcularımızı, cân-ı
gönülden kutluyor, başarılarının
devamını diliyoruz. Var olsunlar, sağ
olsunlar. Milletçe bize büyük gurur
yaşattılar. Allah (C.C.) kendilerinden
razı olsun . Âmin, Âmin !..
Selam ve
saygılarımla …