Ne olur ?.. Bir yıl da Kur’ân-ı Kerim’in meâlini hatmediniz !..

Müftü rahmetli Sadık Efendi, dedesinin 3. hatmede ömrünün vefa etmemesi sebebiyle yarım bıraktığı ancak babasının da tamamlayamadığı hatmi bitirdikten sonra, Lâlâ Paşa camii kürsüsünden cemaate anlatarak bu şekilde iki defa hatmetmeye muvaffak olmuş, üçüncüyü ikmal etmeğe ömrü vefa etmemiştir. Bu çok önemli bir hizmettir. Bu tip va’z u nasihatın özel bir cemaati vardı. Kur’ân'ın muhtevasını öğrenmek isteyen cemaat bu ilmi sohbetleri asla kaçırmak istememiştir.

Sadık Efendi’nin en önemli hizmeti, Kur’ân-ı Kerimi va’z u nasihat yoluyla tefsir ederek ve camideki cemaate anlatarak hatmetme geleneğidir.

Kurân-ı Kerim birçok ayette “Beni tedebbür edin, yani düşünerek anlayarak okuyun” diyor. Ama biz Kur’ân’ı telaffuz ediyoruz. Kur’ân’da telaffuz kelimesi yoktur. Rahmetli Ahmet Hamdi Yazır da “ Saba makamında çatlatmak acem makamında patlatmakla Kur’ân okunur olmaz” diyor.

Kur’ân bir hayat kitabıdır. Kur’ân bir prospektüs gibidir. İnsanlara, insan hayatının kullanımını vermektedir. Onu anlayıp bilmeden, onu nasıl kullanacaksın?..

Ne yazık ki 1000 küsur yıldır bu millete “ Bu Kur’ân’ı anlamayın, düşünmeyin,

sorgulamayın, anlamadan okuyun “ dediler. İşte bugün bu haldeyiz. Anlamadan okuyup sadece telaffuz ettik, karşılığı da bugün sahip olduklarımız.

Tedebbür olmadan kıraat olmaz. Tedebbür, Kur’ân-ı Kerim’i, derinlemesine ve etraflıca düşünmeyi ifade eder. Tedebbür bir şeyin evveline ve sonuna bakmak demektir. Bu yüzden Allah (C.C.), Kur’ân ayetleri üzerine düşünmeyi emreder.

Şüphesiz Kur’ân’ı kıraat etmek bir ibadet,bir sevap olmakla beraber, onu tefekkür etmek ve tedebbür ederek okuyarak ondan dersler çıkarmak onu hayata rehber edinmek için okumak gerekir. Kur’ân’a saygı duymak demek onu götürüp mezarlıkta okuyup getirip evde yüksek bir yerde asmak değildir. Kur’ân’a saygı duymak onu anlayarak okumaktır.

Hem Kur’ân hiçbir zaman mezarlıkta ölülere okunmak için inmiş bir kitap hiç

değildir. Hem ölüye Kur’ân okumanın ölüye bir faydası da yoktur. Kur’ân ölülere okunmak için değil, dirilere inmiş bir kitaptır.

Rabbimiz Allah (C.C.) “(Aklen ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’ân’ı indirdik. (Yâ-Sin- 70 )“ buyurmaktadır. Ama biz halen daha ölülere okumaktayız.

Kur’ân-ı Kerim, okuyup anlayıp amel edip hayata uygulamamız için gönderilmiş bir kitaptır. Sahabe , ezberledikleri ayeti hayatlarına uygulamadıkça yeni ayeti ezberlememişlerdir. İşte Kur’ân’ı anlayıp yaşamanın en güzel örneği budur. Bugün Müslümanlar Kur’ân’ı sadece okudukları için ve hayatlarında bir değişikliğe sebep olmadığı için, böyle Kur’ân okumanın da okuyanlara bir faydası dokunmamaktadır.

Kur’ân-ı Kerim,1001 hatimlerde, öyle adet yerini bulsun diye, 20-30 dakikada. okumak için okunacak bir kitap hiç değildir. Bu duruş, Kur’ân üslubuna zıttır.

Peygamberimiz (S.A.V.), Kur’ân-ı Kerim’i , hiç1001 hatim yapmamıştır. Hele hele Kur’an-ı Kerim yarışmaları hiç yapmamıştır. Pir Ali Baba, neden Kur’ân’ın meâlini hatmetmek için bir gelenek başlatmamıştır?..

Bu ne üzücü bir durumdur ki bir Müslüman, 70-80-90 yaşına kadar yaşıyor, “ benim bu kitabım bana ne diyor, neden bahsediyor, diyemeden, içindeki ahkamdan haberi olmadan ölüp gidiyor.

Müslümanlara, yalnızca Kurân’ı hatmettirmek yetmez, onlara Kur’ân’ın hükümlerini öğretip belletip hayatlarına uygulatmak gerektir. Bu sayede Kur’ân’ın ne dediğini anlarlar, hayatlarını ona göre tanzim ederler, başkalarının malını çalıp çırpıp yağmalamazlar, talan etmezler, yetim hakkını yemezler, kul hakkına saygı gösterirler, adaletle hükmederler, doğruluktan hiç ayrılmazlar, insan haklarına saygı duyarlar, uyuşturucu kullanmazlar, balley çekmezler, kapkaç yapmazlar, kumar oynayıp oynatmazlar, faize, harama bulaşmazlar, helal kazanıp helal yerler, işi, Nisa Suresi’nin 58 ayeti gereğince, eşe,dosta değil, Allah’ın emrettiği gibi, ehline verirler, kendi malını ve devlet malını saçıp savurmazlar, israfa kaçmazlar, hele hele tüketim çılgınlığına hiç girmezler, devletin gelirini adil ve eşit dağıtırlar, her zaman çalışmayı ön plana koyarak çalışıp üretim hayat seviyelerini artırmaya gayret derler, güçlü ve kuvvetli olurlar, Kur’ân’ın 6236 ayeti ne diyorsa onun gereğini yaparak dünya ve ahiretlerini ma’mur ederler.

Fakat biz, 1000 yıldır bunu yapmadık, Kur’ân’ı sadece telaffuz ettik, bununla da görevimizi yaptık sandık. Aslında yapmadık, yapamadık. Bugün de İslam Âlemi olarak bu durumdayız. Açlık, yokluk, savaş, kıtlık, ölüm, üretimsizlik, miskinlik, tembellik diz boyu. Ülkelerinden kaçıp ehl-i salibin kucağına düşüyorlar, hakarete uğrayıp köle muamelesi görüyorlar. Bugün Müslümanların olumsuz durumları saymakla bitmez. 61 İslam ülkesinin, 1 milyar 750 milyon müslümanı, 4.4 trilyon dolar, milli geliri olan bir Almanya, 5.7 trilyon dolar, milli geliri olan bir Japonya kadar üretemiyor.

Yazık, çok yazık. Ayıp hem de çok çok ayıp. Üretemiyorlar, satamıyorlar her şeyi dışarıdan alıyorlar, dışarıya milyar dolarları gidiyor. Halbuki bu paraları kendi ülkelerinde tutsalar, kendi halkları huzur ve rahat içerisinde, müreffeh bir hayat sürerler. Bu durum Kur’ân’ın, Müslüman tarifine taban tabana zıttır,

İşte Kur’ân’ın ahkamından uzaklaşıp onu hayatına uygulayamamanın,sadece onu telaffuz etmenin neticedir, bugünkü İslam dünyasının durumu.

Artık bundan ibret alıp Kur’ân’ı sadece telaffuz etmek yerine, onun emirlerini anlayıp amel edip hayatımıza uygulamamız gerektiğine kendimizi adapte etmeliyiz. Bunu yapmadığımız müddetçe, böyle sürünmeye daha çok devam ederiz.

İşte yukarıda rahmetli Sadık Efendi’nin, Kur’ân’ın mealini, Müslümanlara iki kere anlatarak hatmettiğini söyledik. Üçüncüye ömrü vefa etmedi. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Mekanı cennet, makamı Adn ve Firdevs cennetleri olsun. Âmin, Âmin !..

Peki bizler neden bugün, bu büyük alimin, şehrimizin medar-ı iftiharı olan bu mübarek insanın takip ettiği sistemi takip etmiyoruz?.. Biz neden mübarek

kitabımızın emirlerini, bir mealin hatimi geleneğini yapıp uygulamıyoruz ? Neden, neden ?..

İşte aşağıdaki ayetler bize, Kur’ân’ın nasıl okunmasını apaçık bir şekilde emrediyor. Bu emirleri mi uygulayacağız, yoksa başkalarının uygulamalarını mı? Takdir sizin, karar sizin. Öyle 1001 hatim felaketleri, depremleri engeller,önüne geçer gibi sözler gerçek değildir. Halbuki bu 500 yılda, Erzurum’da büyük depremler, felaketler olmuştur. 1001 hatim bunları engelleyememiştir.

Mesela bunların bir küçük örneği şudur: 1. Dünya Savaşı’nda, şehir yakılıp yıkılmış, âdeta bir harabeye dönmüştür. Cevat Dursunoğlu (1390/1970)'nun ifadesine göre, savaştan önce 70.000 nüfusa sahip olan Erzurum, savaş sonrası 8.500 nüfusa düşmüştü. Halk, savaş, yokluk ve hastalıktan ölmüş ve birçoğu da muhacir olmuştu. Merhum müftü Sadık Efendi, sokaklara atılan kendi kitaplarını çöp yığınlarından topladığını anlatırmış. Ermeniler büyük katliamlar yaptılar, namus tar u mar edildi, camiler kapatıldı, insanlar asılıp kesildi. 2 Haziran 1859’da 6.1 şiddetinde deprem olmuş, 15 bin kişi ölmüş, 7000 hanenin , 3500’ü yerle bir olmuş, şehir harabeye dönmüş,açlık, kıtlık,ölümler…1901,1924, 1939,1952,1959, 1983,1984 depremlerinde büyük afetler yaşanmış, maddi manevi büyük kayıplar yaşanmıştır. Hatta bir depremde, Kandilli ilçesi tarihten silinmiştir.

Demek ki sadece kavli dua yeterli değildir, özellikle fiili duaya yer verilmeli ve bu uygulanmalıdır. Sen depreme dayanıksız ev yap nehir yatağına ev yap sonra da neden felakete uğradım de.

Onlar hâlâ, Kur’an’ı (okuyup anlamaya çalışarak üzerinde) iyice (gereğince ve yeterince) düşünmüyorlar mı?.. ( Nisa- 82 ).

Onlar hâlâ Kur'ân üzerinde gerektiği gibi düşünüp kendilerine neler kazandırabileceğini hesap edemiyecekler mi? Yoksa akıllarında, kalplerinde üstüste kilitler mi var?.. ( Muhammed-24).

Onlar ki; ayakta, oturarak ve yanları üzerinde iken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Sen bunların hiçbirini anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın, bizi ateş azabından koru.” ( Âl-İ İmrân- 191).

Kur’ân-ı Kerim, öyle yarışmalarda seyredilecek ve alkışlanacak bir kitap değildir. Kur’ân okuyan şahıs hele hele bir şovmen hiç değildir.Kur’ân yarışmaları, bugünkü popüler medya kültürünün, formatlarına hiç uyarlanamaz. Allah kelamı, böyle okutulamaz, medya konumuna otutturulamaz, böyle bir meta haline getirilemez. Kur’ân-ı Kerim,öyle ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap kesinlikle değildir. Hele hele bir takım magazin programlarından ilham alınarak yapılan bir yarışma programı olmasını kesinlikle kabul etmiyoruz, edemeyiz. Ne yazık ki Kur’ân’ın o mübarek ilahi metni, bu tür yarışma programlarının sesi içerisinde eriyip gitmektedir. Buna kimsenin hakkı yoktur.

Kur’ân’ın jürisi, Allah (C.C.), Hz. Muhammed (S.A.V.) ve meleklerdir. Bu şahıslara indirgenemez. Kur’ân hiçbir zaman ses melodisine kurban edilemez. Bu yarışmalar yerine, Kur’ân’ın ilahi mesajları tebliğ edilip insanlar irşad edilmelidir.

Hiç şüphesiz Kur’ân bir semboldür. İyi biliniz ki Kur’ân’ın reklama ihtiyacı yoktur.

Hülasa, Kur’ân-ı Muciz’ül Beyan’ın, meâli hatmettirilerek beyinlere , zihinlere kazınmalı, işlenmeli ve onun ahkamı ile hayatlar düzene konulmalıdır.

Güzel Söz : Bilginin olduğu yerde bilenler, aklın olduğu yerde düşünenler vardır.

Selam ve saygılarımla…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Ejder Tepesi 20 Ocak 2023 21:28

    Bilmediğimiz şeyleri öğrendik. Son zamanlarda böyle anlamlı bir yazı okumamıştım. Belki konunun ilgilileri de bunları açık bir şekilde yazamıyorlar. Yıllardır hep aynı şeyleri söylüyorlar. Farklı Bir yazı hem de herkesin anlayacağı bir üslupla yazılmış - din adamları tez elden Bu yazının gereğini yapıp halkı bu konuda Bilinçlendirmeliler. Yazarın ellerine sağlık. Teşekkürler yazar arkadaş -

  • Taha Tuğlular 20 Ocak 2023 16:24

    Allah razı olsun. Ne kadar güzel yazmışsınız. Keşke bu yazdıklarınız bugün uygulansa ne güzel olur. Ama bunu yapmıyoruz. Sizin de yazdığınız gibi, Kur'an hayatımıza uygulanmalı. Kur'an sadece okunmak için inmiş bir ilahi kitap değildir. Gerçekten okuyup anlayıp onun emriyle hareket etmeliyiz. İşte kurtuluş bundadir.