Mushaf’taki sıralamada yetmiş yedinci,
iniş sırasına göre otuz üçüncü suredir.
Hümeze suresinden sonra, Kaf suresinden
önce Mekke de inmiştir. Kırk
sekizinci ayetin Medine’de indiğine dair rivayette
vardır. (Şevkânî, V, 411; İbn Âşûr, XXIX, 418).
Süre adını 1. âyette geçen ve “gönderilenler”
anlamına gelen Mürselât kelimesinden almıştır.
Mushaflar ve tefsirlerde yaygın olarak bu
isimle anılmaktadır. Bazı tefsirlerde ve Buhârî’de
(“Tefsîr”, 77) süre başındaki vav harfi ile birlikte
“Ve’lmürselât” şeklinde isimlendirilmiştir. Ayrıca
“Ve’l-Mürselâti urfen” adıyla da anılmaktadır
(İbn Âşûr, XXIX, 417-418).
Mürselât suresi elli ayettir.
Burada “gönderilenler” ile kastın, âlemin
idaresiyle vazifeli melekler, kitaplar, peygamberler
olduğu söylenmiştir. Doğrusu, Mürselât kelimesiyle
kastedilenin peygamberler olduğudur. (ELMALILI)
Surenin konuları
Mürselât suresinin temel konuları; Kıyametin
kopuş sahneleri, Hesap gününün ayırım günü
olması, İnsanın yaratılışı, Hesap gününden bazı
sahneler ve nihayetinde Yüce Allah’ın varlığının
ve Kudretinin bazı delilleri ile süre tamamlanmaktadır.
Sureyi daha iyi anlayabilmek için, sureden
bazı ayetleri yazıma alarak birlikte tefekkür edelim
inşallah.
Mürselât suresi gönderilenler üzerine yeminle
başlamaktadır. Şöyle ki;
“Ard arda gönderilenlere, kasırga gibi
esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara,
özür ya da uyarı olmak üzere öğüt
bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız (Kıyamet)
mutlaka gerçekleşecektir.” Mürselât/1-7
İlk üç âyette üzerlerine yemin edilerek muhatapların
dikkatleri çekilen şeyler bazı tefsircilere
göre rüzgâr, fırtına, bulut gibi tabiat olaylarıdır.
(bk. Zâriyât 51/1-4).
Diğer tefsircilere göre ise daha sonraki üç
âyette olduğu gibi bunlarla da Cebrâil, melekler,
vahiy ve kitap kastedilmiştir.
Melekler, vahyi getirirken rüzgârlar gibi esmişler,
yeryüzünde Allah’ın dinini yaymışlar, getirdikleri
vahiy sayesinde inkârcılık ve cehalet yüzünden
ölü hale gelen ruhlar dirilmiş, hak ile bâtıl birbirinden
ayrılmış, insanların tövbe edip arınmaları sağlanmıştır.
(Zemahşerî, IV, 202; bilgi için bk. Râzî,
XXX, 264-268; İbn Âşûr, XXIX, 419-423; Ateş, X,
264-266).
Burada kendilerine yemin edilenler bu sıfatlarla
nitelenen şeylerdir. Kendileri zikredilmeyerek
sıfatları zikredildiği için bunların ne olduğunu tayinde
ihtilaf edilmiştir.
Hepsinin aynı şey olması veya kısım kısım
farklı cinste şeyler olması ihtimali vardır.
Melekler, rüzgârlar, Kur’an ayetleri,
peygamberlerin gönderilişleri,
insanların kalplerine gelen teşvik edici
haller.
Bunlardan en açık olanı hepsinin
ruhani kuvvetler olmak üzere melekler
olması ve hepsinin Allah tarafından
gönderilmiş demek olan “Mürselât”
unvanına dâhil bulunmasıdır.
Ancak bunlar, yaptıkları işler göz
önüne alınarak kısımlara, sınıflara
ayrılabilir. Asıl maksat da bunların
kendilerini anlatmak değil, âlemdeki
değişimleri ifade eden fiillerini anlatmaktır.
(ELMALILI)
Yukarıda ki ayetlerde ayrıca kıyametin
kesinlikle kopacağı ifade
edilirken, sıradaki ayetlerde kıyametten
bazı sahneler aktarılmaktadır.
“Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman, Gök
yarıldığı zaman, Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,
Peygamberler için (ümmetlerine şahitlik etmek
üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).
(Bu) hangi güne ertelenmiştir? Hüküm ve
ayırım gününe. Hüküm ve ayırım gününü sen ne
bileceksin. O gün vay yalanlayanların hâline! Mürselât/
8-15
Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek
bu olaylar daha önceki birkaç surede de tasvir
edilmişti.
11-13. ayetler, Allah Teâlâ’nın peygamberlerle
ümmetleri arasında dünyada yaşanmış olan
olumlu veya olumsuz ilişki hakkındaki nihaî sorgu,
yargı ve kararını vereceği zamanı ifade eder ki bu
zaman da kıyamet ve âhiret günüdür.
Nitekim başka bir âyette de Allah’ın o gün
peygamberleri toplayıp onların tebliğ ve davetlerine
insanların nasıl cevap verdiklerinin sorulacağı
haber verilmiştir (Mâide 5/109).
İşte “ayırım Günü’nden” maksat bu sorgu
ve yargı günü yani peygamberlerle onları yalancılıkla
itham edenlerin arasında hükmün verileceği
ve hak ile bâtılın ayırt edileceği kıyametin kopmasıyla
başlayacak olan âhiret günüdür.
14. ayetteki soru cümlesi, o günün, Allah bildirmedikçe
hiç kimsenin mahiyetini bilemeyeceği,
tasavvur edemeyeceği olağanüstülüklere sahne
olacağını ima eder.
15. âyet ise kıyamet ve âhireti yalan sayanların
başlarına gelecek olan felâketin
büyüklüğüne dikkat çekiyor. Bu ifade
kalıbı sûrede on defa geçmekte
olup her defasında izlediği ayetlerle
ilgili özel bir anlam içerir.
İnkârcılar, yalan saydıkları her
ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları
için bunlar hakkında
aynı ifade kalıbı tekrar edilmiştir.
Sıradaki ayetlerde ise Mekke
müşriklerine hitaben, önceki kavimlerin
başına gelenler hatırlatılarak
bir kez daha uyarılmaktadırlar.
“Biz öncekileri helâk etmedik
mi? Sonra arkadan gelenleri de onların
peşine takacağız. Biz suçlulara
işte böyle yaparız. O gün vay yalanlayanların
hâline! Mürselât/16-19
Buradaki soru, ayetlerin ilk muhatabı
olan Mekke müşriklerinin, Allah’a
isyanları yüzünden helâk edilen Âd, Semûd
vb. kavimlerin kötü âkıbetlerinden az çok haberdar
olduklarını gösterir.
Buna rağmen kendileri de peygamberi yalancılıkla
itham edip ona isyanda ısrar ederlerse öncekiler
gibi cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber (sav)’e isyanda direnen
müşrikler Bedir Savaşı’yla başlayan kesin bir
yok oluş sürecinden geçirilerek cezalandırılmışlardır
(bk. Râzî, XXX, 272); âhiretteki cezaları da ayrıca
verilecektir.
18. âyette “suçlular” diye çevrilen mücrimîn
kelimesi Kur’an’da genellikle müşrikleri ifade eden
bir terim olarak kullanılmıştır.
Ayetin bağlamından kelimenin burada da aynı
anlamda kullanıldığı anlaşılmakta; bu âyette hangi
dönemde olursa olsun bütün “mücrimler”in,
müşriklerin, inkârcı ve isyankârların aynı şekilde
cezalandırılmalarının, yüce Allah’ın bir yasası olduğu
hatırlatılmaktadır.
Selam ve dua ile.