Surenin bu bölümünde insanın yaratılışı
hatırlatılarak, insanın kendini yaratan, yaşatan,
rızık veren Rabb’i ne karşı nankörlük
etmemesi emredilmektedir.
“Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık
mı? Sonra onu belli bir süreye kadar
sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz
ne güzel biçim verenleriz! O gün vay yalanlayanların
hâline!” Mürselât/20-24
Ayetlerde görüldüğü gibi insan iki şekilde uyarılmaktadır.
a) Allah insanı basit, zayıf, genellikle bir sudan
yani meniden yaratmış, ana rahminde onu çeşitli
aşamalardan geçirerek, maddî ve mânevî kabiliyetlerle
donatarak yeryüzünün en mükemmel varlığı
haline getirmiştir. Ama insanoğlu nankörlük
ederek kendisine paha biçilmez nimetleri lütfeden
Allah’a isyan etmektedir. İşte bundan dolayı “O
gün inkârcıların vay haline!” buyurularak insanlar
uyarılmıştır.
b) Ayetlere göre öldükten sonra dirilme olayı
mutlaka gerçekleşecektir. Zira basit bir sudan
böyle mükemmel insanı yaratıp meydana getiren
yaratıcı kudret onu öldükten sonra diriltmeye de
kadirdir.
İnsanın yaratılışını misal veren Yüce Allah (cc)
bu defa yeryüzünü misal vererek Azametini bizlere
hatırlatmaktadır.
“Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan
(bir yurt) yapmadık mı? Orada sabit yüce dağlar
yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi?
O gün vay yalanlayanların hâline! Mürselât/
25-28
Sırada ki ayetler ise, yalanlayanların akıbetini
bildirmektedir. Şöyle ki;
Onlara şöyle denecek: “Yalanlamakta olduğunuz
şeye (cehennem azabına) gidin.”
“Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne
gölgelendirir ne de alevden korur. Şüphesiz
cehennem, her biri saray büyüklüğünde
kıvılcımlar saçar. Bunlar sanki birer kızıl
devedir. O gün vay yalanlayanların hâline!”
Mürselât/29-34
O gün hesaplar görülüp herkesin gideceği yer
belli olduktan sonra görevliler inkârcılara, dünyada
yalan saymış oldukları cehenneme doğru yürümeleri
için ayetlerde geçtiği gibi hitap edeceklerdir.
Müfessirler “üç bölüklü gölge”den maksadın
cehennem yakıtlarının çıkardığı, üçe ayrılmış
yoğun duman olduğunu söylemişlerdir (Taberî,
XXIX, 146).
Sıradaki ayetlerde o gün kimseye konuşma
izni verilmeyeceği bildirilmektedir.
“Bu, konuşamayacakları gündür. Onlara
izin de verilmez ki, özür dilesinler. O gün
vay yalanlayanların hâline!” Mürselât/35-37
Bu ayetlerde kıyamet ve mahşer gününde suçluların
konuşmalarına ve mazeret göstermelerine
izin verilmeyeceği bildirilirken başka ayetlerde onların
konuşacakları ve tartışacakları belirtilmiştir.
Ancak bunu, ayetler arasında çelişki bulunduğu
şeklinde yorumlamamak gerekir.
Zira bu farklı ayetlerde Âhiretin
farklı sahneleri tasvir edilmektedir.
Ve O gün ayırma günüdür.
“Bu, hüküm ve ayırma günüdür.
Sizi ve öncekileri bir araya
toplamışızdır. Eğer bir tuzağınız
varsa, haydi bana tuzak kurun!
O gün vay yalanlayanların hâline!”
Mürselât/38-40
“Ayırım günü” nden maksat
hakkın bâtıldan, haklının haksızdan,
inananın inkâr edenden ayırt edileceği
yargı günüdür.
Allah (cc) o gün gerek Kur’an’ın
hitap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri,
gerekse Kur’an’ın inmesinden
önce gelip geçmiş bütün insanları
mahşerde toplayıp aralarında hükmünü verecektir.
Bir yoruma göre “siz ve sizden öncekiler”
ifadesiyle bilhassa Hz. Peygamber (sav)’in muhatapları
olan Arap müşrikleriyle önceki dönemlerin
inkârcıları kastedilmiştir.
Ayetin özellikle tehdit ve uyarı amacı taşıdığı
dikkate alındığında bu yorum daha isabetli görülebilir.
Nitekim 39. âyet de bu yorumu desteklemektedir.
Burada inkârcılara, “Bir planınız varsa
haydi bana karşı uygulayın planınızı!” denilerek
hak ettikleri cezadan kurtulma hususunda
bir çareleri varsa onu kullanmaları istenir; ancak
bu istek, gerçekten onların bir çare bulmaları için
değil, içine düşecekleri çaresizliği ortaya koymak
içindir.
Allah’a ve ahiret gününe inanan takva sahiplerine
gelince;
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar,
gölgeler içinde ve pınar başlarındadırlar.
Canlarının çektiği meyveler içerisindedirler.
‘Yapmakta olduğunuz şeylere karşılık
afiyetle yiyin için.’ Şüphesiz biz iyilik yapanları
işte böyle mükâfatlandırırız. O gün
vay yalanlayanların hâline!” Mürselât/41-45
Dünya ahiretin tarlasıdır, dünyada ne ekersek
ahirette onu biçeriz. Dünyasını güzel yaşayanlar
ile kötü yaşayanların ahiretteki durumları ortaya
konulduktan sonra, inkârcılar dünyada ne isterse
yapsın artık.
“Ey inkâr edenler! (Dünyada) yiyin ve
birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler suçlularsınız.
O gün vay yalanlayanların hâline!”
Mürselât/46-47
Dünya nimetleri ne kadar bol olursa olsun insan
ömrü kısa, dünya ise fânidir; sonuçta suçluların
gideceği yer cehennemdir.
Bu nedenle onlar hakkında da,
“Hakkı yalanlayanların o gün
vay haline!” buyurulmuştur.
“Onlara, ‘Rükû edin (namaz
kılın)’ dendiği zaman rükû etmezler.”
Mürselât/48
Bu ayetle ilgili üç yorum yapılmıştır:
1. Bu ayet Sakifliler hakkında
inmiştir. Hz. Peygamber (sav) kendilerine
namazla ilgili ayetleri tebliğ
ettiğinde onlar, “Namazı bizden
kaldır; biz eğilemeyiz, bu bizim
için bir ardır” demişler. Hz.
Peygamber (sav) de “Rükûu ve
secdesi olmayan dinde hayır
yoktur” buyurarak onların yersiz isteklerini reddetmiştir
(Şevkânî, V, 417).
2. İman etmeden ölenlere âhirette, “Allah’ın
huzurunda eğilin” denilecek, fakat kendilerinde
eğilme gücü bulamayacaklar.
3. Ayetteki “eğilme” (rükû) kelimesiyle genel
olarak Allah’a itaat ve saygı kastedilmiştir.
Sürenin genelinde inkârcıların yanlış inanç
ve tutumları ve bu yüzden uğrayacakları uhrevî
cezalar hakkında bilgi verildikten sonra, kurtuluş
yolunun Kur’ân-ı Kerîm’e inanıp onu izlemek olduğunu
bildiren ayetle süre son bulmaktadır.
Her yönüyle mûcize olan Kur’an’a iman etmeyen
inkârcıların, artık iman edecekleri herhangi bir
sözün veya bir kitabın bulunmadığına işaret edilmektedir.
“O gün vay yalanlayanların hâline! Onlar
artık ondan (Kur’an’dan) sonra hangi
söze inanacaklar?” Mürselât/49-50
Müfessirler “Bu” zamiriyle Kur’ân-ı Kerîm’in
kastedildiğini belirtmişlerdir.
İman edilecek en doğru söz Kur’ân-ı Kerîm’dir.
Kuşkusuz bütün sözler içerisinde en doğrusu, en
aydınlatıcısı, en inanılır ve güvenilir olanı, ayrıca
inanıp izleyenlere en yararlı ve kurtarıcı olanı Allah’ın
sözüdür.
Selam ve dua ile