MERHAMETİN LÜTFET SON OLSUN BU AFET

Gönlümüz, her ne kadar soğuk olsa da uzun zamandır yağmasını iple çektiğimiz kar manzaralarını iliştirerek şubat tatilinden sıcak ve samimi paylaşımlar yapmak arzusundaydı. Öyle ki uzak diyarlardaki akrabalarımızla sımsıcak tatilin keyfini ve çekildiğimiz resimleri paylaşıp soğuk havaya aldırmayarak yudumladığımız sıcak içeceklerimizle yaptığımız hasbihali paylaşacaktı. Ailemizin büyükleri Dedelerimiz- Ninelerimiz başta olmak üzere geniş bir aile buluşmasına sahne olan iki haftalık tatilin hemen her anını anlatmak gayesindeydik. Hem de umutla ve bir an önce yaz tatilin gelerek aynı güzellikleri tekrar yaşamak arzusuyla… Bütün bu güzellikleri paylaşarak mutluluğumuza ortak etmek istedik tanıdık, tanımadık herkesi… Ve mutlu olmak istiyorduk bir başkasının mutluluğuyla… Hem Şubat ayı geliyor ki, kış manzaralarına, sıcak ve samimi pozları içerisinde barındıran ve içimiz ısıtacak güzellikleri özellikle kış ayında iyiden iyiye fark ettiğimiz memleketimiz Erzurum’a dair gündemi değerlendirip, çözüm önerisinde bulunacaktık… Ne güzel de planlamıştık ülkemize ve memleketimize dair anlatacaklarımızı…

Olmadı! Hevesimiz kursağımızda kaldı. Buz kesti bedenlerimiz hiçbir soğuğun tesir edemeyeceği donduruculukta. Kaskatı kesildik… Kulakları sağır edecek çığlıkları atıp ağlıyorduk ama ne sağır olacak kulak ne de duyulacak bir ses çıkmıyordu… Zaman durmuş, vakit ilerlemiyor gibi… Tam da doğacağı zamana tanıklık ettiği bir vakitte battı binlerce güneş. Sesleniyorduk…Feryat ediyorduk “Sesimi duyan var mıııı?” diye duymuyordu kimsecikler... Toz duman içerisindeki enkazın moloz yığınları arasında bir kol uzanmış elinde tesbih, dili üst damağına yapışık… Belli ki Hakk’a tazarru deminde vuslat nasip olmuştu ve Cenab-ı Hak’da insanlara bu ulvi vuslatı herkese ilan ediyor “...nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz!” diyordu mana cephesinden… Trajedinin en kesif halleri hemen her sokakta fink atıyordu. Bazı yerlerde yağmur bazı yerlerde de kar yağışı devam ediyordu. Sabah sıcak çay ve simit eşliğinde kahvaltıda buluşmak üzere sözleşenlerin cansız bedenleri ya enkaz altında ya da sokak ortasında… Hayat da devam ediyordu hayatını kaybetmişlerin semtinde… Bir tarafta annesinin sıcacık koynunda buz kesmiş bir bebe, diğer taraf da buz kesmiş koyununda ağlaşan yavrucaklar… Son akşam yemeklerini yiyip son kahveleriyle sohbetlerini tamamlayanlar nerden bilebilirler ki artık buluşmak mahşere kaldı… Hava soğuk, tenler soluk kimse de ne ses var ne de bir soluk! Acının ne adı ne de tarifi yok!

Rabbim hikmeti sendedir. Sen erhamürrahiminsin bizlere rahmetini esirgeme Ya Rabbi! Biz seni ihmal ettik sen bizi ihmal etme! Biz sana edepsizlikler ettik. Sen bize imdat eyle. Yaklaşmayın dediğine yaklaştık. “...ihmal, ifsad etmeyin!” dedin, itaatsizlik ettik Ya Rabbi! İçimizde ki gafil, nankör ve zalimlerden dolayı bizleri muazzep eyleme. Hakkı hak bilip ittiba, batılı batıl bilip içtinap edenler zümresine ilhak eyle bizleri. Şüphesiz sen çok esirgeyen ve çok bağışlayansın. Bizleri, ana, babalarımızı, ve enkaz altında yaşayan ve yaşamını yitiren şühedamızı tüm inananları meccanen affet.

 

Selam ve dua ile…