Surenin konuları
Leyl suresinin bu bölümünde insana yapması gereken görev hatırlatılmakta ve şöyle buyrulmaktadır.
“Şüphesiz bize düşen sadece doğru yolu göstermektir.Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl/12-13
Yüce Allah (cc) kitap indirerek, Peygamber göndererek insanlara hidayet ve delalet yollarını, Hayrı ve şerri açıklayarak göstermektedir.
Bundan sonra yapılacak şey aklımızı ve diğer duyu organlarımızı kullanarak, doğruyu ve Hakkı bulmak, sonrada insanlara hidayet yollarını göstermektir.
Kendisi doğruyu ve hakkı bulamamış kimse başkasına da doğru rehberlik yapamaz. Bundandır ki önce insanın kendisinin doğruyu ve hakkı bilmesi ve bulması gerekmektedir.
3. ayette Allah Teâlâ hem dünya hem de âhiret hayatının kendisine ait olduğunu ifade buyurarak, her iki dünyanın kendi yönetiminde olduğunu belirtmekte, dolayısıyla her iki dünyanın iyilik ve güzelliklerini O’ndan istememiz gerektiğini ima etmektedir.
Yüce Allah (cc) kullarına doğru yolu göstermekle yetinmemiş, aynı zamanda yanlış yolda gitmenin sonucu olan cehenneme karşı da onları vahiy ve peygamberleri aracılığıyla uyarmıştır.
Sıradaki ayetler şöyledir.
“Sizi alevler saçan ateşe karşı uyardım.O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.” Leyl/14-16
Ayetteki, “telezza”tutuşan, alevlenen, cayır-cayır yanan manasınadır.
Cehenneme "leza" adı verilişi de bundandır.
Hak Teâlâ böyle olan ateşin kim için hazırlandığını, "Ona en şakî, en bedbaht olandan başkası girmez" ifadesiyle beyan etmiştir, İbn Abbas (r.a) bu ayet-i kerimenin, Hz. Muhammed (sav)'i ve ondan önceki peygamberleri inkâr eden Ümeyye b. Halef ve benzerleri hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Bu ayetler Müfessirlerce farklı yönleriyle tartışılmış, farklı fikirler ortaya atılmıştır. Bu farklı fikirleri cem ederek bir tevil yapma ihtiyacı duyan F.RAZİ şöyle bir yorum getirmiştir.
Şimdi, burada mutlaka bir tevil yapılması gerektiğine göre, biz diyoruz ki, burada şu iki izah yapılabilir:
1) Cenâb-ı Hakk'ın, “naren telezza” ifadesi ise, "hususî bir ateşin ve cehennemin muayyen bir tabakasının kastedilmiş olması mümkündür. Çünkü ''Münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar.." (Nisâ, 45) ayetinden cehennemin tabaka tabaka olduğu anlaşılmaktadır.
Şu halde, ayet, bu hususî ateşe, en bedbaht, en şakiden başkalarının girmeyeceğine delalet eder, ama fâsıkın ve böyle olmayan (el-eşkâ olmayan) kâfirlerin, cehennemin diğer tabakalarına girmeyeceğine delalet etmez.
2) Cenâb-ı Hakk'ın, “naren telezza”ifadesi ile,"bütün cehennem tabakaları kastedilmiştir.
Halbuki, "oraya, en bedbaht girecek.." ifadesi ile, "Oraya girmeye bu daha uygun ve layık olup, buraya girmeyi ziyadesiyle hak etme, ancak bu en şakî ve bedbaht için söz konusudur" manası kastedilmiştir. F.RAZİ
Leyl suresinin son bölümünde Muttakilerin bazı vasıflarından söz edilerek, onların bu ateşe girmeyeceği haber verilmektedir.
“Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).
Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.” Leyl/17-21
Bazı müfessirler 19-21. ayetlerin (bk.Taberî, XXX, 146), bazıları ise 5-19. ayetlerin (bk. Elmalılı, VIII, 5881), müşriklerin işkence ettiği köleleri satın alıp âzat ederek hürriyetlerine kavuşturan Hz. Ebû Bekir (ra) hakkında indiğini söylemişlerdir.
Müşrikler Hz. Ebû Bekir (ra)’in bu yaptıklarını bir iyilik veya bir menfaat karşılığında yaptığını iddia etmişlerdi.
Burada, böyle bir iddiaya karşı cevap da olabilecek şu önemli husus dile getirilmektedir:
İman ve amelde takvâ düzeyine ulaşmış hiçbir mümin, birine iyilik yapmak için mutlaka ondan bir iyilik görmek, bir nimet elde etmek gerektiğini, karşılıksız iyilik yapılamayacağını düşünmez;
Mümin, her türlü nimetin yalnızca Allah’ın bir lütfu olduğuna, iyiliklerin de bir karşılık elde etmek için değil, sadece Allah rızası için yapılması gerektiğine inanır.
Böylece bu ayetlerde müşriklerin bencil ve çıkarcı zihniyet ve ahlâk yapılarının yansımasından ibaret olan yukarıdaki iddiaları reddedilmiş, Hz. Ebû Bekir örneğinde gönüllerini insan sevgisi ve cömertlikle bezeyen müminler Allah tarafından takdirle anılmıştır.
“Takvâ ehli” diye çevrilen etkâ kelimesinin kök anlamı, “büyük bir tehlikeye karşı kendine bir şeyi siper edinerek korunmak ”tır.
Bu kökten gelen takvâ kavramı Kur’an’da ağırlıklı olarak, “kötülüklerden uzak durup iyilikler yapmak ve bu amelleri sayesinde kendini cehennem azabına karşı korumak” anlamında geçmektedir.
Nitekim burada da 14. ayette muhataplar “alev alev yanan ateş”e karşı uyarıldıktan sonra 17-20. ayetlerde, birine borçlu olmadıkları, kimsenin kendilerinde bir hakkı bulunmadığı halde bile, sırf Allah rızası için insanlara mal yardımı yapıp manen arındıkları ve bu sayede ateşten uzak tutulacakları bildirilmiştir.
Nihayet son ayette, Allah rızâsına böylesine değer veren, kendisini bu rızâdan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamamen karşılıksız olarak seve seve insanlara yardım edenlerin, Allah tarafından, razı edilecekleri; yani korktuklarından emin ve umduklarına nâil olacakları müjdelenmiştir ki, inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz. Selam ve dua ile.