Mushaf’ taki sıralamada altmış sekizinci,
iniş sırasına göre ikinci süredir. Alak süresinden
sonra, Müzzemmil süresinden önce Mekke’ de
inmiştir.17. ayetten 50. ayete kadar
olan kısmının Medine’ de indiği
yönünde bir rivayet bulunmakla
beraber (bk. Şevkânî, V, 307) ayetlerin
üslûp ve içeriğinden bunların
da Mekke’ de indiği anlaşılmaktadır.
Süre adını 1. âyette geçen
“ kalem” kelimesinden almış olup
yaygın olarak bu adla anılmaktadır.
Tefsirlerde “ Nûn” adıyla da anılır.
Buhârî ise sürenin adını “ Nûn
ve’ l-kalem” olarak kaydetmiştir
(bk. “ Tefsîr” , 68).
ELMALILI tefsirinde şöyle
bir açıklama mevcuttur.
İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre de
“ igra bismi Rabbike” den sonra bu sure inmiştir.
Müddessir veya Müzzemmil'in daha önce indiğini
söyleyenler de vardır.
Fakat Fatiha'nın tefsirinde geçtiği üzere
ayet olarak ilk “ igra bismi Rabbike” (Alak) suresinin
başı, tam sure olarak da tefsircilerin çoğuna
göre önce Fatiha suresi, sonra da Kalem
Suresi inmiştir.
Şu halde Müddessir Suresi'nin başından
beş veya on ayetin bundan önce inmiş olması
buna aykırı bulunmaz.
Kalem suresi elli iki ayettir.
Surenin konuları
Bundan önce tefekkür ettiğimiz mülk suresi
(mai mein) “ göze suyunun” sorusu ile son
bulmuş ve bu şekilde, kâfirlere neticede mülklerinin
yok olacağını hatırlatmak suretiyle korkutma
yapılmış ve inananlara ilerde büyük bir
mülk sözü vaadiyle müjde verilmiştir.
Bu sure ise o engin merhametli ile onun
peygamberi arasında bir sır olan ve o “ göze
suyu” nun kaynağına bir işareti andıran bir
simge ve bir mülkü idare etmenin en önemli
şartlarından olan kalem ve yazıya yemin ile başlayacak.
ve bundan en büyük amacın idrak ve
ahlak olduğuna dikkat çekmek için o yüce peygamberin
idrak ve ahlakının büyüklüğü ve imansızların,
ahlaksızların, dalkavukların alçaklığı ve
itaate layık olmadıkları ve en güzel mülk ve kültürün,
düşüncesizlik, hırs ve cimrilik, baskı ve
zorbalık, haksızlık ve zulüm gibi ahlaksızlık yüzünden
yok olup gideceğini ve cezanın terbiye
edici niteliğini ve uyanık olmayanlara ahiret azabının
büyüklüğü ve takva ile korunanların kazancı,
Müslüman ile günahkârın farkı ve hakka
karşı zorbalık yapmanın ve Allah'a ortak koşmanın
yerilerek yok edilmesi ile akıbetlerinin kötülüğü
ve bunlarla uğraşırken sabırlı olmanın
gerekliliği ve öfkenin zararı ve özetle Hz. Peygamber'in
ve Kur'an'ın yüceliği anlatılacaktır.
Bu genel açıklamadan sonra sürenin bazı
ayetlerini de yazıma alarak birlikte tefekkür edelim
inşallah.
Sure kaleme yemin ederek başlamakta ve
Efendimiz (sav) vasıfları ile devam etmektedir.
Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme
ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti
sayesinde, bir deli değilsin.
Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.
Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. Hanginizin
deli olduğunu yakında sen de göreceksin,
onlar da görecekler.
Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan
sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de
daha iyi bilir.” Kalem/1-7
Bu süre “ nun” harfiyle başlamaktadır.
Sure başlarındaki bu harflere hurûf-i mukattaa
denilmektedir. Ki bunların gerçek manasını sadece
Yüce Allah bilmektedir. Âlimler bunları manalandırmaya
çalışmışlarsa da genel görüş
böyledir.
Bu sure hurûf-i mukattaa harfiyle başlayan
ilk suredir.
Cahiliye dönemindeki Mekke müşrikleri
şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve
ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’ in
de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve
söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine
inandıkları için ona şair, kâhin,
sihirbaz ve mecnun diyorlardı. Bu
tarz ifadeler birçok surede mevcuttur.
Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme
ve kalem ehlinin yazdığı satırlara
yemin ederek onun, iddia
edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine
Allah’ ın lütfuna yani peygamberlik
gibi bir şerefe erdiğini ifade
buyurdu (Şevkânî, V, 308).
Elmalılı buradaki bir anlam
inceliğine dikkat çekerken özetle
şunları söyler:
“ (Yazanların) yazdıklarına”
diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı,
yazanların, gerçekte kalemler değil,
akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir.
İfadenin akışı dikkate alındığında burada
kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi
değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır.
Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar
âlemini, bunlardan da onları beşer aklına
yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan
Rabbü’ l-âlemîni anlamak gerekir.
“ Kalemden maksat vahyi yazan kalem,
yazdıklarından maksat Kur’ an’ dır” diyenler
de olmuştur; ancak ayeti genel anlamda değerlendirmek
daha doğru olur.
Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın
düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar
aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa
ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında
önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında,
ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların
aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna
işaret vardır.
Kur’ ân-ı Kerîm’ in ilk inen süresine
(Alak) “ oku!” emriyle başlandığı gibi ikinci inen
bu sürenin ilk ayetinde de Allah Teâlâ tarafından
yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla
yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum,
İslâm’ ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre
verdiği önemi göstermesi açısından oldukça
anlamlıdır.
Hz. Peygamber (sav)’ e verilen “ bitip tükenmeyen
ödül” , dünyada peygamberlik görevini
yerine getirirken her türlü engellere karşı
yanında bulduğu Allah’ ın yardımı, âhirette ise
Allah’ ın ona lütfedeceği müstesna mükâfatlardır
(İbn Âşûr, XXIX, 62-63).
4. ayetteki “ üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’
in sahip olduğu Kur’ an ahlâkıdır.
Nitekim Hz. Âişe (ra) annemiz bir soru
münasebetiyle Hz. Peygamber’ in ahlâkının
Kur’ an ahlâkı olduğunu belirtmiştir. (Müslim,
“ Müsâfirîn” , 139); k
Efendimiz (sav) ise kendisinin güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır
(Muvatta’ , “ Hüsnü’ lhuluk” , 8).
Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’ in, müşriklerin
iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’
ın lütfuna mazhar olmuş yüksek bir
şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle
mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir
bir rehber olduğunu gösterir.
5-6. ayetler ise Hz. Peygamber’ e mecnun
diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir.
Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya
çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’ i mi yoksa
kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri
sert bir üslûpla ifade edilmiştir.
Nitekim Bedir Savaşı’ nda Müslümanlardan
beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa
dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir.
7. âyet, önceki ayetlerin gerekçesini anlatmaktadır;
buna göre inkârcılar hem dünyada
hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve
mutlu kılacak olan Allah’ ın dininden ve O’ nun
yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir
denilmiştir.
Selam ve
dua ile.