İnsanın yaratılış gayesi ve en mukaddes vazifesi iman, marifet ve kulluktur. Nitekim bu hakikat, bir ayette şöyle ifade edilir. “ Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat-56)”. Yani “ Bana iman edip beni tanısınlar ve kulluk vazifesini yapsınlar diye yarattım”. Bu hakikat, bir kuts-i hadiste de şöyle ifade edilir. “ Ben gizli bir hazine idim, mahlukatı yarattım ki bilineyim ve beni bilsinler.” Bu hakikatın gerçekleşmesi için, Cenab-ı Hakk, ilahi iradesi ile Rahman, Rahim, Vedud ve diğer esma-i hünsasını kâinata ve mahlukata tecelli etmeyi murat etmesi ile bütün mahlukatına bilhassa şuurlu mahlukatına, maddi ve manevi, zahiri ve batıni nimet ve ikramları lütuf ve ihsanları vermiştir. “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür. (İbrahim-34)”. Ayeti ile Allah’ın verdiği nimetler, sayılmayacak kadar çok, sayısız ve hesapsızdır. Özellikle şerefli mahlukat olan insanı, ademden vücut sahrasına, vücut mertebesinden hayat mertebesine ve hayat mertebesinden de şuurlu ve idrakli bir mertebeye çıkartmıştır. Amma bu nimetler ve ikramlar içinde, Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna en muazzam ve en muhteşem nimeti, ihsanı, iki cihan saadetini kazandıracak gerek iç alemini gerekse dış alemini ve altı yönünü nurlandıracak olan, hidayet nuru, marifet nuru ve idrak nurudur. Zira insan yaratılış gayesini bununla anlar ve bu hidayet nuruyla, Rabbini tanır ve kendi yaratılışının en birinci vazifesinin bu hidayet nuru ve idrak nuru olduğunu anlar. Allah Teala Hazretleri, şuurlu mahluklarına karşı sevgisini göstermek kendisini tanıtmak ve tanınmak rahmet ve keremini göstermek için, bütün kâinata, güzel isimleri ile tecelli etmiştir. Bu yüzden Allah Teala Hazretleri, akıllı kullarından, kendi sevgisine, rahmet ve keremine karşı, onların da kendi zatına karşı sevgilerini,hürmet ve saygılarını düşünüp zikredip O’na teşekkür ve kulluklarını duyurup göstermelerini istemesi, O’nun kulları üzerindeki en büyük bir hakkı olduğu gibi, kullarının da yukarıda sayılan görevleri yerine getirmek üzerlerine imani ve vicdani bir borçtur. İnsan kâinatta Allah’ın şuurlu bir mahluku olduğu için, insan Rabbini ve onun eserlerini anlar ve bunu tüm mahlukata duyurur.Diğer varlıklar ve hayvanlar ise, sadece hal lisanlarıyla, Allah’ın varlığını ve tek olduğunu, ilim ve kudretini ve kutsal vasıflarını, güzel isimleriyle tüm kâinata duyururlar. Kuşun ötmesi,suyun akması, yağmurun yağması gibi. İnsanın yaratanına karşı yaratılış gayesini yerine getirebilmesi için, yapacağı iş, taklidi imanı, tahkiki imana çevirerek imanını kuvvetlendirip imanını kurtarmaktır. İmanın ana unsurlarından birisi hiç şüphesizdir ki iman-ı billahtır (Allah’a iman). İnsan tahkiki iman ile sarsılmaz, sönmez bir kuvvet elde eder ki bu iman da bütün dış kuvvetlere karşı insanı küfürden ve diğer dinsizlik cereyanından korur ve insanı huzura kavuşturur. Tahkiki imana sahip olan insanı hiç kimse şüpheye ve vesveseye düşüremez. Tahkiki iman sahibi olan insanın kalbi, Allah sevgisiyle ve Allah korkusuyla dolar ve taşar. Allah’ın divanına koşarak gider. Günahlardan aç bir aslandan kaçar gibi kaçar. Allah’ı düşünür, O’nu zikrettiği zaman kalbi titrer. Allah’a daha çok yakınlaşmaya çalışır. İşte insanın yaratılış gayesi budur. İnsan dünyaya başıboş geldiğini sanmamalıdır. Bu büyük bir aptallık olur. “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?.. ( Kıyâme-36).” Selam ve saygılarımla…
İnsanları Allah'a niçin kul olmaları ve ibadet etmelerini öğrenmiş olduk. Allah razı olsun.
Çok anlamlı ve güzel bir yazı. Teşekkür ediyoruz.