İBRETLİ BİR DERS !..

FİRAVUN’LA YÜZ YÜZE

Adâletin ne şehâmetli bir tecellisi, Şu, leş görür gibi görmek İkinci Amnofis’i !.. Bu Fir’avun ki, civârından ürküyordu beşer; Bu Fir’avun ki, saraylar, sütunlar, âbideler, Ne ihtişâm-ı İlâhî!.. Ne saltanat! Ne celâl !.. Eteklerinde zemîn, devre devre, izmihlâl Harîm-i hâsına geldik, demek ki, Fir’avn’ın; Gürültü etmeyelim, bî-huzûr olur, amanın!.. Bütün hayâtını ezberletirdi âfâka; Bu Fir’avun ki, eğilmişse boynu bir hakka, O sâde kendi bekàsıydı, kendi nefsiydi; Bu Fir’avun ki, o zıllin hayâl-i te’bîdi, Bu Fir’avun ki, beşer, korkudan, büküp belini, Huşû’ içinde tavâf eylemişti heykelini; Bu Fir’avun, bu görünmez kazâ, bu saklı belâ, Ki bir zaman tapılıp dendi: «Rabbune’l-a’lâ! »... Ne intikàm-ı İlâhî, ne sermedî hüsran: Gelen, geçenlere ibret, yatar sefîl, üryan !.. Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni; Açıkta, mumyası hâlâ dağılmayan, bedeni. Bu çehre miydi ki titrerdi karşısında zemîn? Bunun mu handesi âfâka tarh ederdi enîn? Hayır, bu, çehre değil şimdi, bir sicill-i azâb: Bütün hutûtu perîşan, bütün meâli harâb. Birer siyâh uçurum gürleyen, çakan gözler; O yıldırımların artık yerinde yeller eser! Ölüm derinleşe dursun çökük şakaklarda, Düğümlü bir acı hüsran henüz dudaklarda. Yanık kütüklere dönmüş, karın, kasık, el, ayak; Yakında küllenerek hepsi târumâr olacak. Şu gördüğüm mü nihâyet, bu leş mi âkıbetin? Bunun mu uğruna milyonla rûhu inlettin? Evet, sen eyleyemezdin sütun sütun feveran, Boşanmasaydı o ter bîgünâh alınlardan. Zehirli ot gibi fışkırdı heykelin, yer yer, Sulandı çünkü şu vâdî beşer kanıyla, beşer! Zemîne sığmadı bir türlü, korkarım, cesedin; Yazık ki murdarı toprak bulup da örtemedin! Değer mi dağları tırnakla, dişle oydurarak, İçinde bir leş için muhteşem saray kurmak? Ölüm saçarken o şimşekli gözler âfâka, Eğildi baktı mı toprakta can veren halka? Geçen hayât-ı sefîlin -ki hep çamur, hep kan !.. Deşildi, taştı da bir gün samîm-i yâdından, O levsi gördün, utandın, terinle oğdun mu? Ağarmıyorsa, nedâmet selinde boğdun mu? Hayır, hayâ denilen renk o çehreden ne uzak! Yumuldu gitti gözün, kirpiğin yaşarmayarak! Sığındı mumyaya ciyfen, yegâne şâheserin; Fakat, sığındı mı gufrâna rûh-i derbederin? Ne hânümanları yıktın yıkılmadan şuraya? Ne âşiyanları ezmişti, kim bilir, şu kaya? Dokunsam ağlayacak, söylemez ki kaç kanı var, Uzandığın çukurun, karşıdan bakan şu duvar. Ne yüzle söyleyebilsin: Şerîk-i hüsrânı!.. Bileydim, ey koca Mısr’ın ilâh-ı üryânı !.. Mezâra, heykele âid bütün bu velveleler, Bekàn için mi hakîkat? Merâmın oysa, heder: Evet, bütün beşerin hakkıdır bekà emeli; Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli !..

Mehmet Akif ERSOY

Cennet mekan, Mehmet Akif Ersoy, Mısır’da gezdiği, İkinci Amnofis’in mezarına bakarak faniliği görür. Zulmün ebedileşmediğini, ebediliğin dinde olduğunu görür. İkinci Amnofis’in mezarına doğru yürürken çöl uzanmış, dili çıkmış soluyan cehenneme benzetilir. Buradan aşağıya doğru düşüş cehennemin dibi olarak ifade edilir.Firavun’u, koca Mısır’ın “ilâh-ı üryân”ı olarak değerlendirir. Firavun mezarlarının yer aldığı,Teb Harabeleri’ni dolaşır ve II.Amnofis’in mezarının yer aldığı tapınağı detaylı bir şekilde anlatır. Mumyalanmış cesedini ve yaşarken yaşattığı zulmü ifade eder. Ölmemek için yaptıklarının beyhude olduğunu, bu amacı ancak, Allah yolunda birkaç nefesini, mavi gök kubbeye savurması gerektiğini söyler. Dün büyük zulümler yapan, büyük zalimler; Firavunlar, Nemrutlar, Ebreheler, Karunlar, Hamanlar, Leninler,Stalinler, Hitlerler, bugün onların peşlerinden giden; Bushlar Trumplar, Mladicler, Sisiler,Netenyahular,- Şi Cinpingler,Putinler vb. önceki zalimler ve tüm zalimler nasıl cehennemi boyladılarsa bugünkü zalimler de cehennemi öyle boylayacaklar.Yaptıkları zulümler; Doğu Türkistan, Bosna, Keşmir, Myanmar, Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, Somali, Mali, Etyopya,Ukrayna’da vb. ta arşa dayandı. Ey zalimler!.. Sizin topunuz, tüfeğiniz varsa mazlumların da yüce Allah’ı var. Bu mazlumların âhı sizi yok edecektir. Ey zalimler!.. Zulmün sonu yoktur. Zulm ile âbâd olan görülmemiş hepsi de cehennemi boylamışlardır.Sizler de o şatafatlı mezarlarınızda, sefil ve üryan olacaksınız. Yılanlar, çıyanlar,börtü böcekler, o tatlı dillerinizi, o nazenin bedeninizi yiyecekler. Tüm insanlık tarafından, bu yaptığınız zulümlerden dolayı, nefretle anılacaksınız. Zulmü bırakın, barışa sarılın, insanlığa hizmet edin. Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir Elbette olur ev yıkanın hanesi vîrân Ziyâ Pâşâ (Başkalarına eziyet çektiren, zulmeden kimse, eninde, sonunda, kendisi de bir başka zalimin ağına, eline düşer; çünkü ev yıkanın muhakkak evi yıkılır. Bunu hiç kimse unutmamalıdır ve kimseye haksızlık, eziyet etmemelidir.) Selam ve saygılarımla… Not: O mübarek elleri öpülecek annelerin, 8 Mayıs “ Anneler Günü”nü kutluyorum. Çünkü “Cennet anaların ayakları altındadır” . Çünkü ; anne yücedir, anne muhteşemdir, anne dünyayı ısıtan, ışıtan bir güneştir, anne paha biçilemeyen bir cevherdir.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Ejder Tepesi 06 Mayıs 2022 18:04

    Geçmiş ve zamanımız zalimlerini ne güzel anlatmışsınız. Zalimler mutlaka cezalarını bulacaklar. Ama zalimlere yardım edenlere de er geç bir gün ateş dokunacak tır. Allah' in zulme rızası yoktur.