Hazanın vakti. Kırılıp yelere saçılan dalların iniltisi gibi, üzerine beyaz sessizliğin çöküşü gibi, kısık bir inilti. Belkide yaşamın sadece nefes almaktan ibaret olmadığ bir an. Şubat soğuklarına saçtığımız güllerimizin mevsimi hüzün. Bazen afetlere sığmaz oluyoruz. Her bahar ektiğimiz fidanların boyun büküşü bizi derinden yaralasada, yılmadan her bahar yeniden ekiyoruz. Sanki yeni bir hüznün tohumu gibi. Ellerimiz titrek, göz pınarlarımıza hucum eden çağlayanları dizginleyemeden dier yanımız kırılıyor. Beyazlarımız kızla dönerken, ellerimize bulaşmış hüznün içlenişiyle semaya yakarıyoruz her seferinde. Bazen “yeter”ler bitiyor dilimizde, bazen mevlaya tebessümle yakarıyoruz.
Dün, önceki gün, belki yarın. Belki yeni bir baharın müjdesini beklerken, geçmiş acılarımız tüllenecek gözlerimizde. Burun kemiklerimiz sızlarken, anasının kucağında, kolu yana düşmüş bir balanın sessizliğine bürüneceğiz. Ne ananın sessiz çığlığı, nede balanın sessiz teslimiyeti uyandırmayacak bu uykudan. Biz hüznü ekmeye devam edeceğiz hep. Her bahar ektiğimiz içlenişlerimize her kış ağlayacağız. Neden mi?. Kader işte. Neylersin.
Çığ faciasında beyaza bürünenlere, depremde çamura bulananlara, uçakta havaya savrulanlara, ve vatan sathında can verenlere selam olsun. Hüznün rengine, bayrağın alına, Türk’ün kaderine selam olsun.