HER ÖNÜNE GELENİ YEME! HER AKLINA GELENİ DEME!

Ne kadar da çok seviyoruz kelimeleri
bezemeyi ve görücüye çıkmış bir kız edasıyla
vermeyeceğimiz halde taliplilerine caka satmak
maksatlı sunmayı... Kelimelerin
babası oluyoruz. Salıyoruz
uluorta kıyafetsiz çırılçıplak sorgulanasıca
kelimelerimizi... Bir
başlangıcı olupta sonuca varmayan
ve müzmin “ anlatabiliyor
muyum?” serenatları ile adeta
kendi nefesimize olan bir ihanet
olarak elimizde kalan kelimelerimizi...
Ve tüm bunlar yaşanırken
anlatamadığımız ve anlaşılamadığı
halde görevini başarıyla tamamlamış
rahatlığındayız,
rahatsızca ... Maalesef, günümüz
kronik hastalıklarının başında geliyor
olsa gerek bu davranış. Konuşmayı
bilmeyenlerin bilmediğini
konuşmalarıyla da ortalık bildiğiniz zibil’ e
dönmekte! Konuş diye ortaya salınanların salınarak
konuşmaları bu kabilden (!) En zoru
da bu olsa gerek. Düşünsenize bir göreviniz
var bu da, konuşmak. Bu görev size tevdi
edilmiş. “ Ee canım ne var, ben de herkes gibi
konuşabilirim!” Dediğinizi duyar gibiyim.
“ Hem konuşmak deşarj eder!” Katılıyorum
ama kimi? Zira, herkes konuşabilir ama herkes
konuşmacı olmaz, olamaz. Bir akademisyen
hocamız ifade etmişti. “ Her öğretmen
birşeyler öğretmez ama her birşeyler öğreten
öğretmendir.” diye. Bizde bu sözü şöyle
uyarlayabiliriz “ Her konuşanın ağzı vardır
ama her ağzı olan konuşamaz.” Dinleyici
kulak kabartır, konuşan sözü abartır ise iletişim
sağlıklı olmaz. Konuşmaya kabartılmış
kulak, abartılmış ifadelere maruz kalmamalı!
Yıkıcı eylemlerin akıcı söylemlere yelken açtığı
konuşmalarda aynı kategoridedir. Konuşan
evvela iyi bir dinleyici olmalı. Cenab-ı
Hak ağzı ve dili bir kulağı ise iki vermiştir. Allahûalem
bu, dinlemenin evla olduğuna kanıt
olsa gerek! Tabi ki manasında tekliği yani
Vahdet’ i de barındırmaktadır. Zira iki gözde
bir görür. İkilik Allah’ ın şanına yakışmadığı
gibi kulunda da bu manayı
zahiren göstermiştir. İstikamet,
doğruluk, birlik. Konuşmalarımızı
eğip, bükerek değil, muğlak ifadelerden
uzak kelimelerle yapmalıyız.
Bunlar adeta dinleyicinin konuşmacı
üzerindeki hakkıdır dersek
yanılmamış oluruz. Bize düşen konuşmalarımızın
kovamız (akıliz’
an-eğitim) nispetinde olduğu
gerçeğini unutmayarak, kovamızı
konuşmaya uygun temiz ortamlarda
doldurmaktır. Aklımızı, zihnimizi
temizlemeliyiz ki, bu
temizliğimiz muhatabımızı temizleyici
nitelikte olabilsin. Konuşmalarımız ancak
bu şekilde karşımızdakini olması gereken kıvama
getirebilir. Ağzımızdaki tat reseptörleri
çirkin bir tadı atmak için farklı alternatiflere,
tatlara yöneltir. Örneğin; yediğimiz bir acının
tadını bastırmak için ağzımıza tatlı atarız.
Fakat tatlı olan üründe içindeki şekerden dolayı
başka rahatsızlıklara sebep olur. Demek ki
tadımızın kaçmaması için nelerle beslendiğimize
dikkat etmeliyiz. Aksi taktirde bir başka
problemle karşılaşmamız an meselesidir. Aklın
tadı da dinlemektir sohbettir muhabbettir konuşmaktır.
Nerelerde ve kimlerle muhatap olduğumuzu
düşünerek, konuşmanın da
dinlemenin de hakkını vermeliyiz. Demek ki
bugün şu gerçeği tekrar tasdik ettik. “ Önüne
geleni yeme, ağzına geleni
deme!“ Önümüze geleni dinlemek aymazlığını
da bu kriterlere dahil ederek unutmayalım
ki, Konuşmak; susmanın neticesidir.
Ve Hal’ in tesiri Kal’ in (söz) tesirinden evladır.
Selam ve dua ile...