Surenin konuları
Surenin bu bölümünde Peygamber Efendimiz (sav)in vasıfları bildirilmektedir.
“Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.” Hakka/38-40
“Görebildikleriniz ve göremedikleriniz” ifadesi, varlık âleminde, görüleni ve görülemeyeni ile üzerine yemin edilmeye değer ne varsa tamamını, meselâ yüce Allah’ın zâtı, sıfatları ve evrende O’nun kudretini gösteren maddî ve manevi varlıkları, yer ve gök cisimlerini, insanlar, melekler, cinler, ahiret âlemi vb. varlıkları kapsamaktadır.
Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. ayetteki, “değerli elçi”den maksadın Hz. Peygamber (sav) olduğu kanaatine varmışlardır.
Kur’an’ı tebliğ eden Hz. Peygamber (sav)’e müşriklerden bazıları şair, bazıları da kâhin diyorlardı.
Bu sebeple yüce Allah burada yaptığı yeminle Kur’ân-ı Kerim’in bir şair veya kâhin sözü değil, değerli bir elçinin Allah’tan alarak aktardığı bir sözü olduğunu vurgulamıştır.
Ayrıca söz sanatı bakımından da Kur’an’ın şiir olmadığını, kâhin sözüne benzemediğini bazen kendileri de itiraf ettikleri halde müşrikler ondan ne ibret almışlar ne de onun ilâhî kelâm olduğuna inanmışlardır.
Burada müşriklerin yaptığı kuru bir iftira ve hidayete kapalı bir kalp mevcudiyetinden başka bir şey değildir.
Sıradaki ayetlerde müşriklerin ruh hali ve Kur’an hakikati net bir ifade ile bildirilmektedir.
“O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.” Hakka/41-43
F.RAZİ (ks) şöyle buyurmuştur.
Bu Kur'an, Cenâb-ı Hakk'ın indirdiği bir şey olduğu için, Rabbu'l-âlemîn'in kelamı; vasıtasıyla indiği için Cebrâil (a.s)'in kelamı; onunla insanları inzâr (ikaz) ettiği için de, Hz. Muhammed (s.a.s)'in kelamı (sözü)dür.
Dolayısıyla Hak Teâlâ burada, hem, "Bu şerefli bir peygamberin sözüdür" buyurmuş; bunun peşinden de, problem ortadan kalksın diye, "O, âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir" buyurmuştur. RAZİ
“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.” Hakka/44-47
Allah Teâlâ Kur’an’ın şair veya kâhin sözü olmadığını yeminle ifade ettikten sonra Hz. Peygamber (sav)’in onu uydurup Allah’a isnat etmesinin de mümkün olmadığını, eğer –farzı muhal– böyle bir şey yapmış olsaydı, şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını ve hiç kimsenin onu bu cezadan kurtaramayacağını haber vermiştir.
Allah Teâlâ, Kur'ân'ın Kendisi tarafından Cebrâil (a.s) vasıtasıyla, şair-kâhin olmayan Hz. Muhammed (sav)'e indirilmiş bir "hak" olduğunu beyan edince, peşi sıra da Kur'ân'ın ne olduğunu beyan etmek için şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki bu Kur'an, muttakiler için bir derstir" Hakka/48
“ Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.” Hakka/48
Muttaki (takvâ sahibi) ve takvâ dilimizde de kullanılan Arapça asıllı kelimelerdendir.
Muttakiler kelimesinin lügat mânası, “sakınılması gereken şeylerden sakınanlar” demektir.
Takvâ sahibi kimselerde şu beş vasıf vardır: Gayba iman etmek, namazı doğru ve devamlı kılmak, Allah’ın verdiklerinden bir kısmını O’nun rızası için harcamak, Kur’an’a olduğu gibi diğer peygamberlere gönderilen kitaplara da inanmak ve âhiret konusunda kesin inanç sahibi olmak.
Bu vasıfları kendinde gerçekleştirmiş olan mümin takvâ sahibidir, muttakidir.
Konuyla ilgili birkaç hadisin anlamı şöyledir: “Kul, sakıncalı olana düşmemek için sakıncasız olandan da çekinmedikçe takvâ sahibi olamaz” (Tirmizî, “Kıyâme”, 19; İbn Mâce, “Zühd”, 24).
“Kul, vicdanını rahatsız eden şeyi terk etmedikçe takvâ derecesini elde edemez (Buhârî, “Îmân”, 1).
Ebû Hüreyre’ye nisbet edilen bir benzetme, “Yolda yürürken dikenler görürsen ya yolu değiştirirsin ya da dikene dokunmadan geçmenin bir yolunu arar ve bulursun; işte takvâ da budur; hayatı Allah Teâlâ’nın yasakladığı kötülüklere bulaşmadan yaşamaya çalışmaktır.
“Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz. Şüphesiz Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir.” Hakka/49-50
Kur’ân-ı Kerim’in, ona ön yargılardan sıyrılmış olarak, iyi niyetle yönelenler için son derece faydalı bir uyarı ve bir öğüt olmasına rağmen Kur’an’ı yalan sayanların daima bulunabileceği belirtilmekte; ahirette onun müminler için kurtuluş, inkârcılar için de ceza sebebi olduğu ortaya çıktığında inkârcıların derin bir pişmanlık içinde olacakları ifade edilmektedir.
“Şüphesiz Kur’an, gerçek kesin bilgidir.” Hakka/51
Kuşkusuz o, gerçekliğinde hiç şüphe olmayan bir kitaptır.
Şiir, kehanet, zan ve tahmin türünden olmak şöyle dursun;
ilme'l-yakin (kesin olarak edinilmiş bilgi)
Ayne'l-yakin (bir şeyi kendi gözü ile görüp mahiyetini bilme)
den de daha yüksek hakka'l-yakin (gerçekliğinde hiç şüphe olmayan)'dır.
Ayette geçen hak ve yakin kelimelerinin her ikisi de aynı manayı ifade ettikleri halde hakkın, yakine izafeti hakkında çok söz söylenmiştir.
Bunlar içinde en uygunu İbn Atıyye ve Razi'nin beyanlarıdır ki o da şudur: “Hakku'l, yakin, hakku'l-hak (en büyük gerçek) ve en üstün sevap demek gibi bir çeşit te'kid manasını içermektedir ki, yakinin son derecesi
yahut daha üstünde bir gerçek bulunmayan en yüksek mertebesi demek olur.” (Fahru'r-Razi, a.g.e., XXIX, 205.)
Süre, Yüce Allah’ı tesbih etme emri ile sona ermektedir.
"O halde o büyük Rabbinin adını tesbih et" Hakka/52
O halde Rabbini azim ismiyle tesbih et.
Allah Teâlâ, hakkı beyan ettikten sonra kâfirlerin kabule yanaşmamaları üzerine Resulüne buyuruyor ki, kâfirler kabul etmeseler de sen onları bırak. Onlar ister tasdik etsinler, ister yalanlasınlar, sen Rabbini tesbih et, hem de “Azim” (yüce) ismiyle tesbih et.
Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar, Allah'ı tesbih eder. Sen, onlara nazaran küçücük bir grup demek olan kâfirlere bakma da, bütün kâinat ile beraber Rabbini tesbih et ve O'nu, en yüce ismiyle noksan sıfatlardan tenzih et.
Selam ve dua ile.