Bir şeye bakmak Allah’ın lütfu olduğu gibi o şeye ait manayı ve ondaki işaretleri görmekte Allah’ın kuluna sayısız lütuflarından biridir. Kimi zaman bizim hayır diye düşündüğümüz şeyin şer, şer diye düşündüğümüz şeyin hayırla sonuçlandığı gerçeğine ahir hayatımızda sıkça şahit olmuşuzdur. Bu –Haşa- Allah’ın muradının şer olduğu manasına gelmez. O ne verirse o hayırdır biz anlayış potamız ve yöneliş tercihimizle şer kapısını açarsak Cenab-ı Hak da Halık (yaratıcı) olarak o meseleyi yaratır. Oluşan bu meselelerde hadiselerin bir ayna görevi gördüğünü düşünürsek o aynadan yansıyan görüntünün bizim anlam, vicdan ve idrak yetilerimizden başka bir şey olmadığını varsayabiliriz. Mesele bu şekilde ele alındığında beşeriyetimizin gereği olarak işlemekte olduğumuz hatalar listesine maalesef kalınca bir hata daha yazılabilir ve böylelikle ne toplum nezdinde ne de bireysel bakışta tasvip edilmeyen ön yargı, su-i zan gibi birçok yanlış eğilimler ortaya çıkabilir. Olayları değerlendirirken yaptığımız bu yanlış topluma da sirayet edince bu sefer olay bizlerin de düzeltemeyeceği bir toplumsal kaotizmaya dönüşür. Oysa hüküm vermeden önce olayın esrar perdesini aralayarak hüsn-ü niyetle yaklaşmak ve bir ifsad (bozgunluk) varsa Kavl-i Leyyin ile söylemekte fayda vardır. Şöyle ki; İsrailoğulları Mısır’da esaret hayatı yaşamaktaydı. “Ben ilahım!” diyen Firavun, halka zulmetmekteydi. Allah-û Teâlâ risalet görevi verdiği peygamberi Hz. Musa’ya hem İsrailoğulları’nı esaretten kurtarmak hem de Firavun’a tebliğde bulunmak üzere ona gönderdi. Ve şu ikazı da yaptı: “(Sen ve kardeşin Harun) Firavun’a gidin, Ona yumuşak bir dille anlatın. Olur ki öğüt alır veya (Allah’tan) korkar.” (Taha/ 44) Yine zamanın birinde Bir vaiz, “En efdal cihad, zalim sultana karşı doğruyu söylemektir.” hakikatinden yola çıkarak Abbasi Halifelerinden Me’mun’a, sert sözlerle nasihat etmeye başladı. Halife, “Allah sana insaf versin” dedi. “Allah, senden iyisini benden kötüsüne (Hz. Musa ve Hz. Harun’u, Firavun’a) gönderdiği halde, kavl-i leyyini emretti!” tüm bunlara bakarak meselelere Hüsn-ü zan ve Kavli- Leyyin’le yaklaşılmasına dair bir kıssa ile yazımızı bitirelim
Rivayet edilir ki IV. Murat döneminde padişah sadrazamı çağırır. ''Yahu sadrazam dün gece çok ilginç bir rüya gördüm. Hayır’a çıkar inşallah. Hazırlıklarını yap da bugün tebdil-i kıyafet dolaşalım seninle'' der ve yola koyulurlar. Mahalle aralarında tebdil-i kıyafet yürürlerken yerde yatan birini ve başında toplanan kalabalığı görürler. Padişah ''Selamünaleyküm, ne oldu ağalar, yerde uzanan kimdir böyle, niye yardım etmezsiniz'' Etraftan biri, ''Sorma efendi, bu yatan mevta buraların ahlaksız ve kötü bir adamı idi. Kötü kadınları dükkânına alır onlarla kendi dükkânında saatler geçirir ve dışarı çıkardı. Semtin ayyaşlarını dükkâna alır, onlarla içeride âlem yaparlardı.'' demiş. Padişah sadrazama ''Anlaşılan bu adamın cenazesini kimse kaldırmak niyetinde değil. Bu mevtayı sokakta bırakmak olmaz, bir şeyler yapalım, saraya haber sal, buradan alsınlar biz de cenazesine katılalım'' der. Sadrazam şaşkın, ''Aman padişahım bu kötü adam için niye uğraşırsınız'' der. Padişah ''olmaz ben bu ülkedeki herkesin padişahıyım, iyisi, kötüsü, ayyaşı, Müslümanı, Gayr-ı Müslim’ i fark etmez, vatandaşın cenazesi yerde kalmaz, hem de Sultanahmet'te yapacağız cenaze törenini'' deyince sadrazam ''aman padişahım orada herkes sizi tanır, şöyle mahalle arasında bir camide kıldırsak'' diye ikna eder padişahı. Padişah ahaliye dönüp ''Efendiler yok mu bu garibin kimi kimsesi?'' diye sorar. Ahaliden biri '' Var efendi, şu semtte oturur bir de zavallı gariban bir eşi vardır.'' der. Padişah yanında sadrazam ile mevtanın eşini bulmaya yola koyulur, bir süre sonra evini buldukları adamın bakımsız, kerpiç evinin kapısını çalarlar. Durumu anlatırlar.
Yaşlı kadın, ''Ah ah efendi çok anlattım, söyledim ama dinletemedim. Dükkânına fena kadınları alır, karınlarını doyurur, onlara bu yoldan vazgeçmeleri için öğütler verirdi. Sadece onlar mı? Sarhoşları da alır, onlarla konuşur, içkilerini döker, onların da karınlarını doyurup dışarı bırakırdı. Kazancını hep bunlara ve garibanlara harcardı. Çok söyledim bak efendi diğer esnaf seni yanlış anlayacak, herkes seni fena biri bilecek yapma etme bir tek sana mı kaldı diye ama nafile dinletemedim. Bak öldüğünde cenazen sokakta kalır da kimse sahiplenmez derdim. O da korkma hanım, ''Kimse kaldırmazsa Padişah ne güne duruyor O benim cenazemi kaldırır inşallah'' Diyerek umursamazdı.” O sırada bu anlatılanları dinleyen padişah tutulmuş nutku ve nemli gözlerle sadrazama bakarak. “Ey Sadrazam! Rüyamda nereden geldiğini kestiremediğim bir ses bana şöyle seslendi. Allah’ın razı olduğu bir kulun müşkülünü çöz ki, Allah’ta senin müşkülünü çözsün! “
Selam ve dua ile…