“Allah elden ayaktan etmesin.” Diye bir duamız var hakkını veremediğimiz elimiz ve ayağımız için. Öyle ya, Hakikat adına mücadele etmeyen bir elin, ayağın ne ehemmiyeti olabilir ki? Nitekim o uzuvlara gerekli talimatı gönderecek organlar hakikatten uzak kalınca, kendilerine gereken sinyali göndermek de meselenin bir başka hakikatsizliği oluyor. İlerleyen süreçte ise hayatı ifade eden hareket kabiliyeti maalesef dumura uğruyor. Bir hareket oluyor ama kabiliyetsizce ve basiretsizce. Kimbilir belki de yıkıma sebep olan bir anlayışla. Yani bilinçsizce! Can yakan, can acıtan... Gayesiz, hedefsiz, amaçsız ve aksiyonsuz... Oysa Müslüman, aksiyon adamı olmalı ve bu aksiyonu bir reaksiyondan oluşmamalı. Şayet bir reaksiyon varsa o da kendi aksiyonsuzluğuna karşı olmalıdır. Yani aksiyonsuzluğundan rahatsız olarak bir reaksiyon oluşturmalıdır. Yukarıda bahsedilen elden ayaktan edilmişlik, aksiyonsuzluk gibidir. Zahirde görünen bir el ve ayak olsa da üzerine düşeni yapmadığından dolayı yok belki de yük hükmündedir.(!) Nasıl mı? Bir örnekle aktarmaya çalışalım; Büyüklerden (Evliyaullah) birine inme iniyor. Bu yüzden kısmi bir felç geçiriyor. Ve vücudunun yarısı hareket kabiliyetini kaybediyor. Etrafındaki evlatları, müridleri, muhibbanı (sevenleri) kaygılanıyorlar. “Halimiz bundan sonra nice olur!” şeklinde kara kara düşünmeye başlayınca ilginç bir şekilde hasta halini umursamadan yine O Evliya kendilerini teskin ediyor. “Kaygılanmayın, endişe etmeyin. Gelen Allah’tandır. Rabbim akibetimizi hayır eylesin. Müsterih (rahat) olun.” diyerek bir yangın yerine dönüşen gönüllerine su serper. Ve o anda tebessüm ederek, hareket etmeyen kolunu yukarı kaldırır. “İşte!” Der. “Yaşayan müslümanla, yaşamayan müslümanın farkı benim vücudumun şu anki durumu gibidir. Kendisinde can, kan vardır fakat hareket yoktur. Müslümandır fakat gayreti yoktur.” İşte bu misal gibi aksiyonsuz müslümanda Hadis-i şeriflerde buyrulduğu gibi bir bedeni oluşturan vücudun azalarından ibaret olan şuurun uzağında yer alır. Ve, müslümanı oluşturan vücudun hareket kabiliyetini yitirmiş bir azası gibidir. Hissiyat olmadığı için vücudu (İslam) savunamadığı gibi vücuda isabet edebilecek herhangi bir teşebbüse karşı da korumasızdır. Peki, biz bu korumayı nasıl elde edebiliriz. Aksiyon adamı nasıl olabiliriz? Hayatımızın şekillenmesi açısından çok önemli olan yöneliş ve tercihlerimizi göz önünde bulundurarak, Allah’ın, Peygamber’in(sav), İnsan-ı kamillerin ve Allah adamlarının ipine sarılarak bunu başarabiliriz. Herkesin herşeyi meşru gördüğü ortamda, herşeyin ve herkesin herşeyi olan Cenab-ı Hakk’a ve onun rızasına rücu edişimizle (yöneliş) bunu başarabiliriz. Bizlerin oluşu ve ölüşü, olduran ve öldüren Cenab-ı Hakk’ın izinde olursa emniyet ve salahiyet içerisinde oluruz. Ayet-i kerimede de buyrulduğu gibi “De ki: “Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” En’âm Sûresi 162. Yürüdüğümüz yolda attığımız her adımın bizi Hakk’a, hakikate götürmesi adına mihmandar-ı kerim (Allah(cc)) ile beraber yürümeliyiz. Hani bir beyitimizde ifade ettiğimiz gibi; “ Zannetmeki yalnız çıktım yola, Sen ikisin bir Allah ola!” Evet, kişinin kendisinin birinci olmadığı bir yolculuktan bahsedilmekte. Yani “Bir sen, bir Allah!” Demiyor. “ Bir Allah, bir sen!” Diyor. Önceliği Allah-û azimüşşan’a veriyor. Zaten sen denilen de Allah’tan başka ne olabilir ki! Yukarıda ifade edilen kıssada Allah’ın kudretini alışı ile bir vücudu ne hale getirdiğine temas edildi. Onsuz çıkılan yolculukta varılacak yer serapa (Baştan aşağı) buhran (bunalım) ve hüsrandır.(kayıp,ziyan) Allah hakkını veremediğimiz sorumluluklarımızı meccanen(karşılıksız) affetsin. Verdiklerinin hakkını da ifa edebilmeyi nasip eylesin. Selam ve dua ile...