Beni tanımayanlar harflerimin üşüdüğünü anlamazdı. Anlatmak ki; imkansızdı. Erzurum ayazdı, Darlık ta çare, Payıma aşk düştü, Paydasına imtihan…
Hem de ne büyük imtihan,
Ölüm dedikleri bi koşu gelememekmiş meğer. Vuslatmış içime’ sen rüzgarları, kaleme dem.
Gitti ardına bakmadan, yapayalnız bıraktı beni, hiç acımadan.
Belki mecburdu belki haremde mebni,
Baka kaldım arkasından kolum kırık, buruk yürekle..
Gitmemeliydi,
Hasret kokan şarkılara beni terk etmemeliydi.
Uzaklara, taakii millerce uzaklara yelken açmamalıydı,
Onsuz kaldı yüreğim, onsuz kaldı Ankara..
Hayatın kırıklıkları gönlüme düştü. Gözlerimin kıyılarına hüzün çarpıyor… Aynadan bakışlarını kaçıran kadını gördüm. Gözlerinde sır gibi sakladığı, Kahve gözlü kız çocuğunu, Sabırsız sayfalar çevirirken, Dokunmaya korktuğu takvim yapraklarını… Sadece yağmurlara ağlıyordu Ağustos’lar da Günlere vedalar düşüyordu.. Toprak oluyordu, Bağrına kırılan dalları gömmek için. Sonra hanım eli kokulu düşler salıyordu rüzgara, Salınsın diye saçlarında.. Ve bütün hayalleri titriyordu gecede.. Sabahlara yorgun türküler düşüyordu biraz daha… Biraz daha gidiyordu kendinden umarsızca, Yıldızlara düşen yılları topladı Anka kuşu gibi acılarım, Yanarak tekrar tekrar çoğaldı tenimde deli yanım, delirdi bir gece.. Kırdı aynaları gözlerinde sessizce………….
Sevil’meliydi gözlerin..
Aah gözleri çocuk gülenim, Yıldızlarını al da gel Yokluğunda karardı bu şehir…