Bugün hemen her alanda, inanılmaz derecede
büyük bir kalite ve bir seviye kaybı
yaşanmaktadır. Bütün bunlara rağmen ne
yazıktır ki eleştirel düşüncenin esamesi bile
okunmamaktadır. Bu da bir toplum için, çok talihsiz
bir durumdur.
Halbuki eleştiri, bir toplum, bir kişi ve bir kurumun,
zayıf ve kuvvetli yanlarını belirtir, ortaya
koyar, değerlendirir ve yol gösterici olur.
Eleştirilmeyen kişi, toplum ve kurumlar lime lime
dökülür, bütün zayıf yanları ortaya çıkar. Eleştiri,
lime lime dökülmeden önce alınması gereken
tedbirleri gösterir.
Ne acıdır ki tarihsel süreç içerisinde, bazı belli
dönemler hariç, maalesef, özellikle, İslam
toplumlarında,Doğu kültüründe,eleştirel
düşüncenin,yeteri kadar hayat hakkı
bulamadığını da itiraf etmemiz gerekmektedir.
Bunu çok iyi bilmeliyiz ki eleştirel düşünce olmadan
ilmi gelişme olmaz, fikri derinlik
sağlanamaz, özgürlükler gelişemez. Özgürlüklerin
olmadığı toplumlarda da demokrasi olmaz,
hukuk olmaz, adalet yerini bulmaz. Özgürlüklerin
olmadığı, hukukun bulunmadığı, bilimin
zemin bulmadığı toplumlar, toplum olmaktan
çok uzaklaşırlar, yerlerinde sayarlar, ileriye
gidemezler.
Yine iyi bilinmelidir ki eleştirel aklı kaybetmiş
toplumların gerek bilimsel gerekse fikri planda
mesafe almaları ve modern zamanlarda
gelişerek hayatiyetlerini muhafaza etmeleri
mümkün değildir.
Bilge kral, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in
“Özgürlüğe Kaçışım, Zindan’dan Notlar” adlı eserindeki
şu ifadeler o kadar anlamlıdır ki “ Ben
olsam, Müslüman Doğu’daki tüm
mekteplere, eleştirel düşünme’ dersleri
koyardım. Batı’nın aksine, Doğu, bu acımasız
mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın
kaynağı budur.” Demek ki bu rahmetli adama
boşuna ‘bilge kral’ denmemiştir.
Haddizatında bu konuda zihnimizin daha da
berraklaşabilmesi ve arınması için, rahmetli
İzzetbegoviç’in ‘eleştirel
düşünce dersleri’ teklifini
daha da etraflı bir şekilde
düşünmemiz, vakit kaybetmeden,
bu dersi okullara
koymamız, biz toplumların
yararına olacak bir şeydir.
Eleştiri kültürümüz çok zayıf
olduğu için,bugün, sadece
siyasi anlamda değil,
aklımıza yatmayan ya da
ahlaki ve vicdani olarak izah
etmekte zorluk çektiğimiz
herhangi bir konuda değil, en
küçük eleştiriye bir muhalif
tavrı ve eleştirel bakışı dahi
dillendirmekten, çok ama çok
uzağız ve bu konuda çok
aciziz.
Daha da vahimi, birbirimize
eleştiri potansiyeli taşıyan
sorular sormaktan dahi,
endişe eder hale
geldik.Çünkü içinde yaşadığımız zihniyet
çürümesi, eleştirel düşünce sahiplerini, her an
bir ‘ihanet’ suçlamasıyla karşı karşıya
bırakabilmektedir.
Mesela bugün, şekilci ve görsel dindarlık haline
gelmiş olan, bu anlayışı yeteri kadar
sorgulayamadığımız ve eleştiremediğimiz içindir
ki çağdaş sorunlara karşı ne bilgi ne de
düşünce üretemedik hemen her alanda da işin
kolay tarafına kaçtık, geleneğe sığındık. Sonunda
da içinden çıkamadığımız bütün problemlerin
sorumluluğunu da sanki onlar sorumlu
imişler gibi,düşman saydıklarımıza havale edip
rahatlama yoluna girdik.Başımıza
her ne geldiyse hepsinin sorumlusu da bu
düşmanlarımız oldu. Bu büyük bir gaflettir.
Oysa ki mübarek kitabımız
Kur’ân-ı Âzimüşşân,
“Başınıza gelen herhangi bir
musibet, kendi ellerinizle
işledikleriniz yüzündendir.
(Şûrâ-30)”
buyurmaktadır.Üzülerek
söylememiz gerekirse sivil,
eleştirel ve sürekli gerçek
arayışı içerisinde olan tarihi
bilgi mirasımızı ne yazıktır ki
yaşadığımız çağın, modern
dünyanın diline tercüme
edemediğimiz için, İslâm
dünyasındaki tüm alan ya ‘kutup’çu
ya da ‘mehdi’ ci
anlayışlara kalmış
durumdadır.
Özellikle din konusunda sivil,
alçak gönüllü ve gelişmeye
açık dilin yerini, tartışılmaz
dini hakikatler, gücünü bilgiden
alan sivil idarenin yerini,
verasetle veya manevi işaretle intikal eden ‘kutsal
otoriteler’ almış durumdadır.
Eğer bizler, eleştirel düşünceyi hem toplum hem
de kurumsal ölçekte işlevsel hale getirmiş
olsaydık kaynağını dinden alan,sözde ne
manevi şeyhlikler ne de dini liderler,bu top
raklarda hayat bulamazlardı ve insanları aptal,
budala yerine koyan, bir takım din tacirleri, 15
Temmuz’da olduğu gibi, din tacirliği yaparak ulu
orta pelesenk atıp dolaşamazlardı.
Eğer bizler eleştirel düşünceyi geliştiremezsek
bundan sonra da bu tür insanlar, dini, siyasi, iktisadi,
ekonomik, eğitim vb. alanlarında, yine bizleri
aldatmaya, bizleri uyutarak kendilerine yeni
yeni pazarlar ve bu pazarların müşterilerini bulmaya
devam ederler.
Hele hele bu tacirler, eleştirel düşüncenin
olmadığı, bizim gibi toplumlarda, bu zaafı fırsat
bilerek ‘Zaten İslâm’ın özünde eleştiri yoktur’
gibi, doğru olmayan yaklaşımı, ileri sürerek
eleştirel kültürü ve mantığı, köreltmeye ve yok
etmeye çalışmaya devam edeceklerdir.
Bu tacirlere, Hz.Ömer’in halifeliği döneminde,
mescidde ayağa kalkarak o çok sert mizaçlı,
Hz. Ömer’den hesap sorabilen kişiyi hatırlatmak
herhalde yerinde olacaktır.
Yine, Abese suresinin 1,2,3,4.5.ayetlerinde,
Resûlullah bir davranışından, itâb-ı ilâhîye
maruz kalmıştır. Peki kendilerine hiç toz kondurmayanlar,
buna ne diyecekler acaba?
Bu örnek varken eleştirilecek durumları olanlar,
eleştiriyi niçin kabul etmeyeceklerdir.
Eleştirinin bir estetiği vardır ve eleştiri bir
iyileştirme sanatıdır. Ama ülkemizde, kişisel
duygularla ‘ öznel eleştiri’ yapılır. Bu tür
eleştirilerde de ya övgüde ya da sövgüde sınır
tanınmaz.
Aslında, haddi aşmadığı, yapıcı olduğu sürede
eleştirilen, eleştirene tahammül, saygı
göstermelidir. Ama bazı toplumlarda öyle kişi,
kişiler, kurum ve kuruluşlar vardır ki onları
eleştirmek kimin haddine düşmüştür. Çünkü
onlar uzaydan gelmiş, atsronomik özellikleri
olan, gökten zenbille inmiş, kutlu ve mutlu
olanlardır. Bunları değil eleştirmek onlara
dokunmak dahi kimin haddinedir. Hele onlara
bir dokun da gör. “ Sen kimsin, sen de kim oluyorsun
? ” diyerek bunu sözde dahi bırakmazlar.
Eleştirmenleri vurun …
Selam ve
saygılarımla…
Çok güzel anlatılmış. Herkes bu yazıya göre Önce bir öz eleştiri yapmalı, sonra eleştiriye saygı göstermelidir. Toplum olarak elestiriye tahammülümüz olmalı yanlışları mizdan dönüp hatalarımızı aza indirmeliyiz.