Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyayı
silkelediği zamanlar, edebin en üst seviyeye
tırmandığı zamanlardır. Bunu
Fatih Sultan Mehmed zamanı için
anlatılan, “Ben siftah ettim, komşumdan alın”
menkıbesinden anlayabiliyoruz.
Doğrudur, yaşanmıştır eminim çünkü edeb
de bereket vardır ve edebini muhafaza eden milletler
her yönden yükselir. Osmanlı savaş sanatlarındaki
üstünlüğüyle
dünyaya hakim olmadı,
Türk’ün töresine
sahip olarak o noktaya
ulaştı. “İl gider töre kalır”
düsturuyla toplum
hayatına yön veren
Türkler, genlerindeki
edebi, hayatın her noktasına
taşımışlardır. Bu
nedenle de dünyaya
hükmeden devletlerin
temel taşında hep
Türkler vardır.
Edebli bir millettik!
Millettik diyorum zira artık kalmadı sayılır.
Edep, yalnızca tarikat kapılarına asılan bir levha
haline geldi. Bu nedenle de yıkılışa doğru koşar
adım yol alıyoruz.
Muhalefet partisi liderinin kürsüden yaptığı
hareketin halk arasındaki karşılığı nasıl “edepsizlik”
ise ona alkış tutmak da o kadar “edepsizlik”
tir. Onu “elinin üstüne elini vurarak” şeklinde
savunmaya çalışmak ise acizlikten de öte bir
şeydir...
Evet, edepli bir millettik...
Eski tartışma programlarını izlerseniz siyasilerimizin
nasıl bir edep dairesinde birbirlerini
eleştirdiklerini görürsünüz. Kaybettik bu güzelliği...
Beraberinde bereketi kaybettik, asudeliği,
huzuru kaybettik! Her güzellik edebe bağlıydı,
kaybettik.
Hayvanlarımız sokaklarda dövülüyor, insanlarımız
tavuk gibi kesiliyor, üç beş altın için kuyumcular
vuruluyor... Edepsizlik gözümüzü bürüdü,
kendimizden başkasını görmüyoruz artık.
Zafere giden yolda her şeyi mübah görenlerin
kötülendiği devirler geride kaldı. Şimdi zafere giden
her yol mübah, her yol doğru, her yol şerefli
kabul ediliyor. Şerefsizlik toplumun damarlarına
aşılana aşılana, yapılması gereken şey haline
geldi. Şerefsizlik eskiden rahatsız ediyordu artık
yürünebilir yol kabul ediliyor. İnsanın haykırası
geliyor, “Edep Ya Hu!”