DOSTA VEFA

Erzurum adına çok çalıştım, gerçekten
büyük emekler sarf ettim. Hala daha
sarf etmeye devam ediyorum. Bu yoldan
asla geri dönmeyeceğim.
Gençlik yıllarımdı, heveslerim
çoktu. Erzurum adını nereye kadar götürebilir
isem oraya kadar götürme kararındaydım.
2000’li yıllardı, haftalık manşet gazetem bana
lokal Erzurum tanıtımında
yetmiyordu.
Karar vermiştim, bir
dergi yapacaktım ve
bunu ülkenin her yerine
götürecektim.
Adını beyaz koydum.
Erzurum gibi olsun istedim,
Erzurum olsun
istedim.
O zaman bilgisayar
çok yaygın değildi,
belli adamların
elinde büyük meblağlar
ödeyerek yürütmeye
çalışıyordum.
Büyük uğraşlar sonucu
inşaatlarda çalışarak aldığım bilgisayarda ilk
dergimi hazırlıyordum. Çok heyecanlıydım.
BEYAZ, aylık Erzurum dergisi olarak piyasaya
çıktığında içerdiği konular, muhteviyatı, çizgisi
ve dizgisi, kapağı muhteşem olmuştu bence.
Kucakladığım gibi sokaklara döküldüm. Herkese
götürdüm, kendi ayağımla tanıtmaya, satmaya,
ikinci baskıyı hazırlamaya çalışıyordum.
Mehmet Emin Alper hocamın Numune Hastanesi’nde
Dr. Ali Kurt beyle görüşmeden dergi
olmaz ifadesine hayret etmiştim. Kimdi bu Doktor
Ali Kurt.
Hazırlığımı yaptım, tıraşımı oldum, kravatımı
taktım, bir dergici edasıyla kapısını çaldım. İçeri
girdiğimde kısa boylu, babacan bakışlı, doktordan
çok dosta benzeyen bir adam duruyordu.
Kendimi tanıttım, ayakta bekledim ilgilenmedi.
Telefonla konuştu, raporlarını yazdı. Ben hala
ayakta bekliyordum. Sonra bana baktı “ne dergisi”
dedi. Ben de Erzurum dergisi dedim; dergimi
masasına uzattım, almadı. Bana dikkatlice
baktı, sonra dergiyi aldı. “Ben bu dergiyi tanımıyorum”
dedi. Biraz bozulmuştum doğrusu.
Emeğim, hayallerimdi o benim. “Al götür” dedi,
“dergini de seni de tanımıyorum.”
Bozuntuya vermedim, hocam dergi kalsın,
müsait olursanız bakarsınız dedim. Bozulduğumu
anladı. Tam dışarı çıkıyorum, “Dergici” dedi
bana, “Ben git demeden nereye gidiyorsun. Kafana
göre geliyorsun, gidiyorsun, sen kimsin?”
İki arada bir derede kalmıştım; gideyim mi durayım
mı oturayım mı karar veremedim. Gözleriyle
otur dedi, dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra elinde
iki bardak çayla geri döndü. Karşıma oturdu.
Çayları sehpaya koyunca, “Burası Erzurum”
dedi ve devam etti: “O dergide Erzurum yoksa
bu çayı içme, defol git.”
Ne kaba adam dedim içimden, bu ne önyargı,
bu ne küstahlık. Sen kimsin benim emeğime
dergime hayallerime hakaret ediyorsun. Bütün
bunları içimden dedim tabii. Göz ucuyla dergiyi
inceledi sonra ayak ayak üstüne attı, dergiye gömüldü.
Ben de çayı hak ettiğimi düşünerek çaya
gömüldüm.
Emin Alper ağabey haklıydı, Dr. Ali Kurt’suz
ne bir Erzurum ne de bir dergi düşünülebilirdi.
Bu karmaşık muhabbetin ardından anladım ki
Dr. Ali Kurt ve benzeri duayenlerin bu şehirde
olan emekleri asla inkar edilemez. Dostluğunu
tarife dilim dolanmaz ancak vefatını duyduğumda
Erzurum’un yetim kaldığını anlamıştım. Bir
dosttan çok bir Erzurum gitmişti benden. Bir Erzurum’dan
çok hayallerimin de toprağa girdiğini
hissettim.
Hüznün bu kadarı bazen fazla oluyor insana,
bugün hüznün en fazla olduğu gündü ya.
Bir dostun ardından terennüm edilecek en iyi
metnin bir Fatiha olacağını daha yeni yeni anlıyordum.
Allah seni sevsin Dr. Ali Kurt. Ruhun
şad olsun.