Nerde bir patika yol varsa hep selamete çıkar. Sizi ya suya, ya bir yerleşim yerine, yada kutuluşa götürür. Huzurun ve sukuntin adıdır doğa. Tabiat, barındırdıklarına hep bonkör davranır. Yedirir, içirir, barındırır. Hayt sunar. Karşılığında da saygı bekler, hizmet bekler elbette. Çöp yığınlarının ve naylon parçalarının dolandığı ağaçlar, dereler, hatta patikalar bile nasiplenmiş durumda. Yerleşik hayatı kurala koyan, birinin üretici, diğerinin tüketici olduğu zaman dilimlerinde daha rahat nefes alma şansı buluyordu tabiat. Ne zamanki şehirlere doluştular, ve her biri embesil oldu ve sürekli beleş geçim derdine düştüyse, o zaman yükü ağırlaştı tabiatın. Hep yiyen, çöp üreten, savuran, kirleten duyarsız varlıklar olmaya başlayınca, tabiatta bereketini cebine koymak zorunda kaldı. Zaman zaman şehrin dışına nefes almaya çıkarım. Gezerim, kafamı dinlerim, balık tutarım, çay demlerim. Bu haftada öyle yapayım dedim kendimce. Ama o kadar utanım ki insan olmaktan, dah fazla kalamadım doğada. Her metresnde izimizi görmek, bize dair çöp birikintilerine rastlamak mümkün. Oturdum bir taş üzerine ve etrafı izledim. Mavi turuncu oşetler ağaçları sarmış, çocuk bezleri dereleri kirletmiş, teneke artıkları yolları mahvetmiş. El değmemiş yer bırakmamışız maalesef. Mis gibi havayı içinize çekmek isteseniz egsoz gazı doluyor ciğerlerinize. Yeşiller grileşmiş, sarılar kirlenmiş. Çekirge sesi yok, balık yok, kurbağ yok, kuşburnu yok, dağ eriği yok. Dereden su içmek için iki koç avuç doldursanız içinde birşeyler yüzüyor çöpe dair. Sülün yok, bıldırcın yok, dağ keçisi yok. Ayılar bile dah ayukarılara çekilmiş korkumuzdan. Ağaç dipleri poşetten, pislikten, pet şişeden, alüminyum içececek kutularından geçilmiyor. Yediğimiz çanağa pislemişiz maalesef. Acaba dedim kendimce, yediğimiz bir şeymi dokunuyor bize. Masum yaatıklar iken, doğanın bize ikram ettikleri arasında bir şeymi yedik te dokundu. Bizi canavar etti. İçimizde ve kodlarımızda bunlar vardı da korkumuzdanmı çıkaramıyorduk. Bu ne vahşilik be kardeşim. Doğanın çocukları doğanın düşmanları ne zaman oldu. Ne zaman kendi çevresini vahşete dönüştüren, elinin değdiği yerin sihri bozulan büyücülere döndük. El değmemiş bakir yerlere ulaşmak ve oraları da mahvetmek için döktüğümüz asfalt yollar baktım utanarak. Keşke dedim kendimce, eşeklerin gittiği patikalar bizi ne doğru yollara götürüyormuş ta haberimiz yokmuş. Kendi döngüsünde kendini temizleyen doğa mekanizmasını bozmuşuz maalesef. Tabiatta biriken çöpleri hayvanlara temizleten, yağmurla yıkayan, toprakla filtreleyen, ve yeniden doğaya sunan bir mekanizmaya çomak sokmuşuz. Kendi ektiğimiz buğdaya bastığımız azotlu gübrelerle kelebekleri, sulara kurduğumuz bentlerle kurbağa lavralarını, çelik tellerle tilkileri boğmuşuz. Sıçan yok, kurt yok, tavşan yok. Arılar şeker yemekten çiçek koklayamaz olmuş. Sağda solda hasbel keder kalan üçbeş çalının dalları kırık. Biz ne menem şeymişiz. Bu ne vahşet kardeğim. Müreffeh yaşam standardından, yaşayabilme çabasıyla saldıran varlıklara dönüşmüşüz. Tabiatın ve tabiatla birlikte kendi kaderimizin üstüne oturmuşuz. Vah bize. Biz gerçekten çok nankörmüşüz.