Bir çoğunuzun “örgüt” lafından rahatsız olduğunu biliyorum. Başlığı okur okumaz rahatsız olduğunuzu, bu yazıyı içinizden blokajladığınızı da…
Öyle ya, kelimenin muhafazakar kesimlerdeki çağrışım alanı “marjinal, anarşist, terörist..” gibi kavramlara denk düşmekte…
Çağrışım alanı! Yani kelimenin esas anlamı ya da dolaşımdaki anlamı değil, çağrıştırdığı…
Peki, kelimenin esas anlamı ya da yürürlükteki işlevi ne?
Bir ideal, bir amaç ya da bir düşünce etrafında toplanıp, ortak yöntem ve araçlarla ortak hareket eden kişilerden oluşan birliğe denmekte, örgüt!
Tanımı bu.
Peki dolaşımda, yani hayatın içinde ne gibi bir işlevi var, neye hizmet eder, ağırlığı nedir?
Öncelikle şunun altını önemle çizmek gerekir ki, çağımız “örgütlü hareket etme çağı” dır.
Bir başka ifadeyle, örgütlü hareket etmeyip, kendi başına bir şeyler yapmaya çalışanlara sırt dönen, dahası örgütsüz bir şeyler yapmaya çalışanlara yaşam hakkı tanımayan bir çağdır, içinde yaşadığımız bu çağ.
Bu, bu kadar nettir!
Ve bu, Türk milletinin ve İslam aleminin en büyük sorunu, en büyük ihtiyacıdır!
Bu ihtiyacın daha da formüle edilmiş hali şudur:
Dayanışmayı, toplumsallığı ve ortak aklı ifade eden, sosyal dinamikleri harekete geçirip sessiz çoğunluğun sesi haline gelen ve meselelerde ortak bir tavır ve görüş belirleyen; özelikle solcu ve kapitalist propaganda tekniklerini iyi kullanıp örgütlü reflekslerde bulunma yeteneği sergileyebilen lobilere, örgütlere sahip olmak.
Acilen, ivedilikle!
***
Evet.. birlikte hareket etmediğimiz zaman tüm çaba ve çalışmalarımız sonuçsuz kalmaya mahkum olmaktadır.
Bir şey yapabilmek örgütlü hareket etmeye bağlıdır.
Bugün hangi “iş”te bir sonuç alınıyorsa, bakın oraya, ciddi örgütlü hareketler, ciddi ortak propaganda teknikleri kullanılmaktadır.
Yeri geldiğinde kara’yı ak, zalimi mazlum, katili kurban gösteren örgütlü hareketler, kullandıkları propaganda teknikleriyle PKK gibi bir terör örgütünü “hak arayıcı ve mazlum halkın direnişçisi” yaparken, Türk’e ihanet edip Osmanlı’nın yıkılmasına destek veren Ermeni çetelerini ise, “soykırıma uğrayan masum mu masum bir halk” gibi göstermekte, canileri “barış havarisi”, hainleri “cici çocuk”, satılmışları ise “halk kahramanı” olarak lanse edebilmektedir…
Tarihin en vahşi, en barbar, en acımasız insan yığınlarından oluşan Batı dünyası (Avrupa-Amerika) örgütlü hamlelerle ve örgütsel stratejilerle kendilerini insancıl, barış sever, yardımsever ve uygar olarak tüm dünya kamuoyuna kanıksatmış, öte yandan yüz yılı aşkın bir süredir en acımasız ve en nobran yöntemlerle sömürdüğü Müslümanların ise barbar ve cani olduklarına herkesi inandırmıştır.
Tarihten ve gnümüzden bu konuya ilişkin tonlarca örnek verebiliriz.
Kamuoyunun nasıl manipüle edildiğine, kamuoyuna yalanın, yanlışın nasıl engaje edildiğine, algıların nasıl profesyonelce biçimlendirildiğine tonlarca örnek…
***
Peki birileri örgütlü hareket edip, alçakça herkesin gözlerini yalanla ve iftirayla boyamaya çalışırken bizler ne yapıyoruz?
Sadece savunma, sadece savunma!
“Valla billa biz öyle değiliz”!
Kaldı ki, bunu bile kimseye duyurabilmiş değiliz. Kendimiz çalıp, kendimiz dinliyoruz.
Ne bir ortak refleks geliştirebiliyoruz, ne de örgütlü hareket edip, ülkemiz ve milletimiz aleyhine yapılan kara propagandaları sonuçsuz bırakabiliyoruz.
Bırakın kendi hakkımızı savunmayı, kendimizi savunacak örgütsel enstrümanlardan bile yoksunuz.
***
Acı bir örneği paylaşayım sizlerle:
Amerika’da çok aktif bir Türk Derneğinin idarecilerinden biri Newyork’taki “Devlet okulları sosyal idari işler müdürü”nü ziyarete gitmiş. Amerikalı Müdür oracıkta şunu söylemiş:
“Okullarımızın 6,7 ve 9’uncu sınıflarında Türkiye`yi anlatıyoruz. Ancak anlatılan Türkiye müfredatı Leyla Zana’nın yazısı ve onların verdiği haritadan oluşmakta”!
…
İşte, örgütlü hareket etmezseniz, yani moda deyimle lobicilik yapmazsanız, sizi düşmanınız, sizi hainiz, sizi katiliniz, sizi canavarınız anlatır ve tanıtır.
Ülkem adına, devletim ve milletim adına bundan daha büyük bir ar olabilir mi?
Çözüm?
Çözüm şu ki, yurt içinde ve yurt dışında ülke ve millet menfaatlerini gözeten hükümet dışı organizasyonların sayıları çoğaltılmalı, uluslar arası ilişkilerde etkisi ve saygınlığı güçlü olan irili-ufaklı örgütler oluşturulmalıdır.
Meydan sadece ve sadece örgütlü yaşamaya, örgütlü ayakta kalmaya izin veriyorsa, meydanı boş bırakmamanın hayati bir mesele olduğunu bilmek gerekir.
Bir avuç örgütlü azınlığın-çapulcunun elinde oyuncağa dönmemek için…
Onların hayatımıza ve değerlerimize karşı mütecaviz hamlelerde bulunamamaları için…
O tek ve cılız sesimizin, gür ve kitleselleşmesi için…
***
İyice pekiştirmek için, dillendirilen bir gerçeği bir kez daha ifade edelim:
Örgütlü hareket etmeyenler ya da örgütlenmeyi başaramayanlar, meydanı ya da egemenliklerini farkında olmadan örgütlü azınlıklara, örgütlü bir avuç insana bırakırlar.
Bu kaçınılmaz sondur.
***
Yazımızı, içinde yaşadığımız çağın ne olduğunu anlatan şu veciz ifadeyle tamamlayalım:
“Kazanan en iyi olan değil, lobisini en iyi yapandır”.