Surenin tanıtımı
Mushafta’ki sıralamada seksen beşinci, iniş sırasına göre yirmi yedinci suredir. İnşikak sûresinden sonra, Tarık sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sure birinci ayette geçen “El buruc” kelimesinden adını almıştır. Buruc, burçlar anlamına gelir.
Okunması ve ezberlenmesi faziletli surelerden biridir.
Sure yirmi iki ayettir.
Surenin konuları
Bu surenin temel konusu burçlardır. Ayrıca Uhdud ashabına da sure de yer verilmiştir. Firavun ve Semud kavminin helak olması anlatılmıştır.
Buruc suresi ayetlerinde Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan olmasına bir kez daha dikkat çekilmektedir. Allah’ın sıfatları hakkında da açıklamalar mevcuttur.
Sureyi daha iyi anlayabilmek için sureden bazı ayetleri yazıma alarak birlikte tefekkür edelim inaşaellah.
Bir önceki surede olduğu gibi burada da yeminle sureye başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.
“Burçlarla dolu göğe andolsun, Va’dedilmiş güne (kıyamete) andolsun, Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir.
O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.
Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” Buruc/1-10 buyrulmaktadır.
Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur.
Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızından her birini ifade eder.
2. ayetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).
3. ayetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır.
Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır;
b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir;
c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir;
d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir;
e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır;
f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür;
g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir.
Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394).
Bir önceki ayette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ve onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.
Surede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde müminleri dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder.
Ayetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle ashâbü’luhdûdün lânetlendiği bildirilmektedir.
Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir.
Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’ân-ı Kerîm bilgi vermemiştir.
Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır.
Bu açıklamalar arasında Necran Hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294).
Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıf yapılarak genel mânada işkenceciler ve işkencenin yorumunu yapanlar da olmuştur (Esed, III, 1253).
10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı.
Nitekim “...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. ayette Mekke müşriklerinin yaptıkları bu zulümlere işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471).
Doğruyu Allah (cc) bilir.
Selam ve dua ile.