Surenin konuları
Buruc suresinin bu bölümünde, çeşitli işkence, zulüm ve sıkıntılara maruz kaldıkları halde imanlarından taviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren müminlere ahirette verilecek makam ve mükâfat bildirilmektedir.
“İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.
Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir.” Buruc/11-12 Müminler için altlarından ırmaklar akan cennetlerin verilmesi, müminler için bir sevinç ve mutluluk vesilesidir.
“Şüphesiz rabbinin yakalaması pek yamandır” ifadesi, inkârcıların mutlaka cezalandırılacağını, Allah’ın azabından kurtulmalarının mümkün olmadığını gösterir.
Buna göre söz konusu işkencelere göğüs geren müminler imanlarındaki sebatın karşılığını âhirette iki şekilde alacaklardır.
Biri cennet nimetleri, diğeri de ilâhî adaletin gereği olarak kendilerine kötülük eden inkârcıların cezalandırılmasıdır.
Surenin bu bölümünde Yüce Allah (cc) Zatından ve sıfatlarından haber vermektedir.
“Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrarlar. O, çok bağışlayandır, çok sevendir. Arş’ın sahibidir, şanı yüce olandır. Dilediğini mutlaka yapandır.” Buruc/13-16 buyrulmaktadır.
Müfessirler 13. ayeti iki türlü yorumlamışlardır:
a) Ayette başta yapıldığı, sonra tekrar edildiği bildirilen şey, Allah’ın inkârcı zalimlere ilk olarak dünyada ceza vermesi sonra âhirette cezalandırmayı tekrar etmesidir.
b) Allah’ın mahlûkatı birinci defa yoktan var edip dilediklerine can vermesi, ikinci olarak onları kıyamet gününde yeniden diriltmek suretiyle hayata döndürmesidir.
Her iki görüşü de savunan müfessirler mevcuttur.
Diyanet İşleri Başkanlığı tefsirinde; Buradan itibaren ceza ile ilgili olmaksızın Allah’ın isim ve sıfatları sıralandığı için meâlde ikinci yorum tercih edilmiştir.
Taberî ise ayeti önceki konuyla bağlantılı gördüğü için birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXX, 88).
14-16. âyetler, surenin başında anlatılan işkence olayıyla bağlantılı olarak değerlendirildiğinde insanoğlu zalim, inkârcı ve nankör de olsa yaptıklarına pişman olup tövbe ettiği takdirde yüce Allah’ın, ona karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele edeceğini, günahlarını bağışlayacağını gösterir.
Çünkü O, arşın sahibidir, şanı yücedir (arş hakkında bk. A‘râf 7/54); varlıkların yönetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir. O, dilediğini yapan yüce bir kudrettir, verdiği hükmü kimsenin bozması mümkün değildir (Allah’ın dilediğini yapması hakkında bk. Hûd 11/107).
Sıradaki ayetlerde Allah Teâlâ’nın dilediğini yapan yüce kudretin sahibi olduğu ve yakalamasından hiç kimsenin kurtulamayacağına örnekler verilmektedir.
“Orduların, Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi?
Hayır, inkâr edenler, hâlâ yalanlamaktadırlar. Oysa Allah, onları arkalarından kuşatmıştır.” Buruc/17-20 buyrulmaktadır. Allah Teâlâ’nın, dilediğini yapan yüce kudretin sahibi olduğu ve yakalamasından hiç kimsenin kurtulamayacağı Firavun ve Semûd orduları (kavimleri) örneği ile anlatılarak Hz. Peygamber (sav) ve müminler teselli edilmektedir.
Çünkü bu iki topluluk gerçeği inkâr etmeleri ve zulümleri sebebiyle ilâhî bir ceza neticesinde tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
(Firavun ve kavmi hakkında bk. A‘râf 7/103-136; Semûd kavmi hakkında bk. 7/73-78; Hûd 11/61-68). 19-20. ayetlerde)
Bütün bu anlatılanlara rağmen Mekkelilerin hâlâ inkâr içinde oldukları ve Kur’an’ın onlara yönelik uyarı dolu açıklamalarına aldırış etmedikleri için Firavun ve Semûd kavimlerinin başına gelen felâketlerin putperest Araplar için de söz konusu olduğu uyarısında bulunulmaktadır.
“Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır. O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.” Buruc/21-21 buyrulmaktadır.
İnkârcıların “O, sihirdir, beşer sözüdür, öncekilerin efsaneleridir” gibi asılsız iddialarla inkâr ettikleri Kur’an’ın – onların bu tür iddialarının aksine– levh-i mahfûzda korunmuş Allah kelâmı ve şanı yüce Kur’an olduğu vurgulanmıştır.
Sözlük anlamı “korunan levha” olan levh-i mahfûz terimi hakkında müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:
a) Bütün nesne ve olaylara ilişkin ilâhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu, mahiyeti bilinmeyen kitaptır (Râzî, XXXI, 125; Kurtubî, XIX, 299; Elmalılı, VIII, 5696).
b) Yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytanlara yasaklanan bir levhadır (Zemahşerî, IV, 240).
c) Kur’an’ın levh-i mahfûzda olduğunun belirtilmesi, onun hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her dönemde bütün keyfî ilavelerden, çıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden korunacağını, bunun için hem ezberlenerek hem de yazılarak tedbir alındığını ifade etmektedir (Esed, III, 1255; bu konuda bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Levh-i Mahfûz”, DİA, XXVII, 151).
Selam ve dua ile.