BİR SEMAVER KOKLARIM, GEÇMİŞİMİ YOKLARIM!

O sabah, perdenin açık kalmış küçük bir bölümünden sızan ve kulak arkası ile boğazının bir bölümünü tatlı bir sıcaklıkla ısıtan Güneşin adeta dürtmesiyle güne merhaba demişti. Karanlıklara teslim olarak uyuya kaldığı aciz bedenini, aydınlığın zaferi karşılamıştı. Yerinden doğrulmaya çalıştıysa da bedenini saran elastik bir ip’in, kendisini tekrar yatağa doğru çektiğini hissediyordu. Göz kapakları, kirpik uçlarının üzerine kum torbaları bağlanmışçasına taşıdığı ağırlıktan dolayı açılmakta zorlanıyordu. “Biraz daha uyuman gerek!”diye çığlık atan bedeninin sesine kulak vererek, kendini tekrar uykunun kollarına bırakınca “Haydi! Yeniden uykuya devam!” diyerek kendini transa sokmayı da hemencecik başarmıştı, yine uyuklamaya başladı. Karşısında üzeri sac ile kaplanmış birbirine paralel şekilde çivilenmiş eski bir kocaman kapı... Elini uzatıp açtı bir tarafı yere sürtündüğünden çok sesli bir şekilde açılan kapıyı... Karşısında uzunca bir bahçe ve giriş kapısından bir kaç adım ötede üzeri tahta ile kapatılmış eski usül etrafı açık bir hela... Biraz daha ilerledi. Bahçe kapısını açtığında da dikkatinden kaçmayan bir ayrıntı ile başbaşa kaldı. Evin giriş kapısının hemen önünde bir bezin üzerine son derece mütevazi kurulmuş bir yer sofrası bulunmakta... Sofranın yanı başında fokur fokur kaynayan semaver ve üzerinde demlenmesi için bırakılmış çaydanlığın kendine has kokusu burun direklerini titretti... Zaten kendisini bahçeden içeri bu koku sokmuştu. Sofrada çok birşey yok! Ama Dünya’nın en dolu ve zengin sofrasına oturacakmışçasına tarif edilemez bir yürek çarpıntısı ve mutluluk ile içeriden genç bir kadın ve beraberinde iki çocuk çıkıyor. Yüzlerinde bir memnuniyet ve mutluluk ifadesi bulunmakta... Bir süre sonra içeriden elinde bir peynir tabağı ile bir başka çocuk çıkarak sofraya dahil oluyor... O da ne! Bu çocuk kendisi. Genç kadın annesi Cahide hanım, diğer iki çocuk biri abisi Ayhan, diğeri küçük kardeşi Volkan... Çocukluğu ve tek varlıkları gözünün önünde... Sofrada haşlanmış patates, dere otu var annesi sevdiği için kahvaltıda ara sıra koyardı tabağa... Mutlulukla oturdular sofraya... Bugün zengindi sofraları... Sıcacık ekmekler birkaç katık ve çay ile yenilmeye başlandı, tebessümlerle... Sevgilerini katık yapanların katıkları hiçbir zaman eksilmez. Çünkü; Doymasını bilen kanaatkârlar için mutluluk doyurucuydu. Semaverin içi fazlasıyla kaynar su dolu, çaydan kalanı ile iki çocuk yıkamayı düşünüyor annesi... Heyhat! Bir başlarına kalmış bu kimseli kimsesizler... Dedeleri bu kış odunlarını getirmiş yanında bir kaç çuval kışlık patates bırakmıştı torunları için, kapının önüne döktürdükleri bir at arabası kok kömürü ile de kışı geçirmiştiler. Hatta kömürü içeri taşırken geriye savurduğu kürekle kırıvermişti küçük kardeşi Volkan’ın başını da komşu Türkan abla kaşıkla bastırdığı yaraya toz şeker sepmişti kanı durdurmak için...Acı bir tebessüm etti. Şu an gözünün önünde büyüyen çocukluğunun içinde, bir büyük olduğunu anladı. Ve Dünya’ya “Büyüyünce siz görürsünüz!” diye tehditler savuran çocukluğuyla bir büyük olarak yüzleşti. Ve “keşke!” Dedi. “Hiç büyümeseydim de, yoklukta yok olsaydım!” Meğer “Büyüyünce,
siz görürsünüz!” Diyen Dünyaymış da haberi yokmuş!! çok manidar... İşte bunun somut bir ifadesi olarak; Her çocuk büyümek, her büyük çocuklaşmak istemekte... Dünyanın gerçekleri ile yüzleşmekten mi? Yoksa başka sebeplerden mi? bilinmez. Ama gerçek şu ki, Dünya insanlarla güzel ve Dünya insanlarla çirkin! Bir tane olan Dünya, yaşam kalitesi olarak kimisine aydınlık, kimisine karanlık... Kendisi de öyle değil mi? Bir tarafı aydınlık, bir tarafı karanlık!
İnanıyoruz ki! Aydınlıkta gözünü kapatmayana bir mana belirir. Karanlıktan çıkmak da pek tabii gayrete tabidir. İçimizdeki çocukluk özlemini, içimizdeki çocuksu masumiyeti ortaya çıkararak giderebiliriz. Evet, çocukluğumuza duyduğumuz özlem bir bakıma masumiyete duyulan hasretin, özlemin tezahürüdür. İnanıyoruz ki içimizde ikmal olmuş bir masum var. İnsanoğlu onu ortaya çıkardığında Dünyanın aydınlık tarafını görecek. Aksi takdirde çocukluk özlemi kılfında masumiyeti arayıp duracak! İşte karşısında duran çocukluğu, masumiyetine olan özlemiydi. Yaşadığı geçmişe dönerek o zamanda yaşamak istemesi duygusu bunları izletmekteydi... Bıkmadan izlediği Yeşilçam klasikleri gibi tekrar tekrar... Gözlerini açtığında tatlı bir hülyadan, bir rüyaya(!) uyanmış gibi hissetti. Pencere aralanmış, komşunun yaktığı semaver kokusu evin içini sarmıştı. Sadece evin içini mi! Kendi içini de sarmıştı. Dalıp gitmesine bu semaver kokusunun sebep olduğunu düşünerek acı bir tebessüm etti. İnsan aldığı bir kokuda da geçmişini hatırlamakta. Gerçekten insanın geçmişinde yaşadığı herhangi bir pasajı bir yaşanmışlığı anımsatan kokular var. Hatta bunların bir kaçını isimlendirir veya ifade ederiz. “Anne kokusu.” “Babam gibi kokuyor!” “Bu kokuyu bir yerden anımsıyorum.” gibi... Ne diyelim! Bir semaver kokla, geçmişini yokla.
Selam ve dua ile...