BİR(İ) VARMIŞ, BİR(İ) YOKMUŞ!

Değerli okurlarım bugün, kötü olanın da “iyi” tasvir ve tasavvuru olduğuna değinerek başlamak istiyorum. Nasıl! mı? Şöyle ki; Kötü, iyi’nin kendine göre tanımını yapar, iyi olmadığını düşündüklerini de -iyiliğe kendi zaviyesinden bakmasından dolayı- itibarsızlaştırma yoluna dalıp gider. Sizin “kötü” diye bildiğiniz, fakat kendisinde davranış haline geldiğinden dolayı normal karşıladığı olguyu ”İyi” diye gösterme küstahlığına sahip olur. Ve bunu bir “Kötü” olarak gözünüzün içine bakarak yapmaktan da sakınmaz. Bakış acısının, bakış açısına bu denli tesir ettiği kişilerin bu aymazlığı, bakmayı bilmemekten veya bildiği gibi bakmaktan (egoist) kaynaklanır. Şimdi “Nerden de bu konuya değindik?” diyebilirsiniz. “Demimizden, Gündemimizden!” diye cevaplamak istiyorum. Evet, baksanıza ne kadarda anlam veremediğimiz olaylarla karşılaşmaktayız. Örnek mi? Buyurun;Mahrem bakışlarla hemen her an adeta hançerlenen, ezilen, kaygı dolu kadınlar ve kararan hayatları... Sözüm ona bu kadınlara sahip çıkılması gerektiğini söyleyerek, Türk aile yapısını dinamitlemekten başka gaye gütmeyen müdahaleci tefrikacıların, Toplum Cinayetine çanak tutarak çözüm kılıfı ile sorunu değil, aile bağlarını çözmek maksatlı tutumları... Ve bunun neticesinde yanına almadığı telefonun yokluğunu hissettiği kadar evladının yokluğunu, yok olduğunu hissedemeyen anne portresinin oluşması... İnsanlarımızın gün içerisindeki tahammülsüzlüklerinden kaynaklanan suç unsurlarının tüm çıplaklığıyla ekranlara yansıması ve bunun sonucunda toplumun suça bağışıklık kazanması... Güvensizliğin her geçen gün farklı mecralarda deklare edilmesi ve insanımızdaki iz düşümü ile topluma yansıması... Covid virüsü ve halen daha aval aval meydanlarda maskesiz, mesafesiz, hijyensin dolaşan iki ayaklı virüs avaneleri... Nedense sevilmedikleri halde birileri tarafından ısrarla sevildiği ifade edilen oysa sevgiyi hiç hak etmeyenlerin toplum önünde akredite edilerek söz sahibi yapılması... Paylaşımın, paylaşımlarda (sanal) kaldığı... İlmin para etmediği, cehaletinde adeta borsa olduğu... Anlayışsızların ’Yanlış anlama’ yı da yanlış anladığı...Davranış garibesi bi çarelerin yaptıkları iyilikleri “Desinler veya demesinler!” paranoyası ile yapmaları ve bunu bir kimlik haline getirmelerinden ötürü meselenin mide bulandırıcı ve insanları rahatsız edici boyuta varması... İlgilendiği bakıma muhtaç yakınıyla show yapan insanların türediği ve böylelikle nefsinin oyuncağı olduğunun farkında olamayan, insanlar arasında uzlaştırıcı görünüp uzaklaştırıcı olmaktan başka bir işe yaramayan, yaptığı her işe gün sonunda ticaretle uğraşan bir esnaf gibi “Z raporu” alarak her gelene gösterip, reklam yapmaktan imtina etmeyen ve sonuçta ise naylon fatura ile Hak’kın karşısına çıkacağını düşünemeyenlerin cirit attığı... bir takım fasid anlayışlar ve daha niceleri... Unutmayın ki, sizler iyi değilsiniz! Ve maalesef böyle devam ederseniz iyi olamayacaksınız! Öyle ki, düşkün Ana-Babasına adeta bir nöbet değişimi yapmak maksatlı yaklaşan kimi gafiller bu işten plaket bekleyecek duruma gelmişler. Oysa nefsinin zaafiyetine esir olmamış olsa bilirki, kendisinin düşküne bakması Allah’ın o kişinin kendisine bakması ve bu nasiple onu nasiplendirmesidir. Yani; Düşkünün rızkı ile rızıklanır. Gel gör ki gafletinden ve hırsından düşküne baktığını iddiaya devam eder. Başkalarını da ilgisizlikle itham eder kötü mizacının gereği olarak. Bilmezmisin düşkünün Allah ı vardır. Hele o düşkün ana-baba ise... Ana-baba da Allah ın rızası vardır. Kulun bu bağlamda sana itibarının ne önemi olabilir. Peki neden alış verişini Allah ile yapmazsın? Paranoyaklığından ve münafıklığından dolayı olur olmaz her yerde alır da verirsin herkesle... Ve Allah’ın huzuruna ise bir müflis olarak çıkarsın. Çünkü Hak için yapmamıştır... Zira, sağ elin verdiğine sol elin şahit olmaması gerektiği bir anlayıştan uzak bir amel, Amel-i Salih’in işi değil, olsa olsa Amele Salih’in işi olur! Ey Gafil! Şunu bil ki; Esaretinde olan fakat fütursuzca sarfettiğinden esiri olduğun kelimeler, darağacın olmaktan öteye geçmiyor senin, aklının , dilinin ve vicdanının... Ve cellatı oluyorsun bizi insan yapan en büyük değerlerin, konuşmanın, yazmanın, okumanın, insanın... Ey! Kes, kopyala, yapıştır ile gün tamamlamaktan öteye geçmeyen eksik (!)eksikli... Ve siz, ey kötüler! Artık bitmek bilmeyen cümleleriniz ve bitmek bilmeyen sorunlarınızla yormayın insanları... İnsanlığa dair durumunuz “Bir(i) varmış, bir(i) yokmuş!” (Anlatacağı birisini, herşeyin tek,bir yaratıcısı olana tercih eden)hükmünde...
Sonuç; Mutluluk bir vitrine hapsedilmiş. Çok uzun zamanlar vitrinin içindekiler dışardakilere, dışındakiler içeriye bakıp duruyormuş. Bir delikanlı çıkıp almak için kırmış vitrini sonunda. Her taraf cam parçalarıyla dolmuş. O da nesi! herkesin almak için talip olduğu mutluluk şimdi yok! Nereden bilsin mutluluğun camdaki kendi akisinden ibaret olduğunu!!! Vitrinde sunulan mutluluk silüet idi. Görünen mutluluk, kişinin kendi cevherinden başka bir şey değildi... Mutluluk; içimizdeki vitrinde saklı cevherimiz. Çıkarmakta, daha derine gömmekte tercihimiz... Demek ki içerdeki de, dışardaki de içlerinde aramalıymışlar mutluluğu ve iyiliği. Bir başkasının mutsuzluğunda mutlu olmak veya kendi mutsuzluğunu çeşitli kılıflarla bir başkasına ihale etmek düşünülesi bir durum değil... Rabbim söyleyip duranlardan değil, arayıp bulanlardan eylesin. Emekçi olduğunu düşünen simsar ve dahi sansarlara ithafen..
Selam ve
 dua ile...