Sıradaki ayetlerde; malına mülküne güvenerek kendilerini yenilmez zanneden Mekke’nin şımarık ileri gelenleri hakkında Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır. “İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? - “Yığınla mal harcadım” diyor. Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?” Beled/5-7 Tefsirlerde belirtildiğine göre bu ayetler Mekkeli şımarık müşrikler için nazil olmuştur. Onlar, Hz. Peygamber (sav)’i de mutlaka yeneceklerini düşünüyorlardı. Bir yoruma göre 6. ayette bu uğurda yaptıkları harcamalar kendi ağızlarından aktarılmaktadır. Bu âyetle ilgili başka bir rivayet de şöyledir: Hâris b. Âmir isimli önde gelen bir Mekkeli, sözde Müslüman olmakla birlikte sürekli günah işliyor, ardından durumu Resûlullah’a anlatıyor, o da günahlarının kefâreti için sadaka vermesini emrediyordu. Sonunda bu sözde Müslüman “Muhammed’in dinine girdikten sonra kefâret ve sadaka vere vere elimde avucumda bir şey kalmadı” demişti. 7. ayette malını kötülük yolunda harcayanlara, Allah tarafından neyi nereye harcayacaklarının hesabının sorulacağı hatırlatılmaktadır. Hiç kimsenin yapıp ettikleri Yüce Allah’tan gizli kalmaz. Devamla gelen ayetlerde İnsan verilena paha biçilmez organlar ile gösterilen iki yol anlatılmaktadır. “Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi? Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek) tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.” Beled/8-16 İnsana lütfedilen duyu organlarından söz edildikten sonra ona, “iki yol”un da gösterildiği belirtilmektedir. Duyu organları dış dünyadan bilgi edinme araçlarıdır; “iki yol” ise genellikle “iyilik ve kötülük yolları” olarak açıklanmıştır. İnsan kendisi lütfedilen bedensel organlar ile “doğru-yanlış, iyi-kötü” şeklinde hüküm verecek ve tercihte bulunacaktır. Böylece bu iki kısa ayette veciz bir üslûpla Allah Teâlâ’nın insana bilgi edinme, düşünüp yargıda bulunma ve seçim yapma yetenekleri lütfederek bu yetenekleriyle onu yeryüzünün en şerefli varlığı halinde yarattığı anlatılmaktadır. Bu yetenekler aynı zamanda insanın bir ödev ve sorumluluk varlığı olmasını da gerektirmiştir. İşte 11. ayette bu sorumluluğu yerine getirmeyenler kınanmakta; ardından da o dönem toplumunun en ağır sorunlarıyla ilgili başlıca vazifeler sıralanmaktadır. Bunlar, köle azat etmek, yetimi ve yoksulu doyurmak, birbirine sabırlı ve merhametli olmayı tavsiye etmektir. İslâm’ın sosyal ahlâkının kapsamlı bir özeti olan bu ifadeler, eski deyimiyle tahdîdî değil tâdâdîdir; yani sınırlayıcı değil, örnek göstericidir. “Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.” Beled/17-18 Kuşkusuz iyilikler imanla birlikte değer kazanacağı için 17. ayette inananlardan olma şartı da getirilmiştir. Buradaki “inanma”, “yapılan iyiliğin faydasına ve gerekliliğine inanma” olarak da yorumlanmıştır (bk. Şevkânî, V, 521). Rivayete göre Hakîm b. Hizâm adlı bir sahabi, Hz. Peygamber (sav)’e, “Yâ Resulallah! Vaktiyle ben Câhiliye döneminde sadaka verir, köleleri özgürlüklerine kavuşturur, akrabalarımla yakından ilgilenir, buna benzer iyilikler yapardım. Bunlardan sevap kazandım mı, ne dersiniz?” diye sorunca Hz. Peygamber (sav), “Müslüman oldun ve artık bütün o iyiliklerinin sevabını alacaksın” buyurmuşlardır. (Müsned, III, 402). 18. âyet iyilik ve doğruluğun, iyi Müslüman olmanın sözde değil, yukarıdaki ayetlerde çerçevesi çizilen bir inanç, zihniyet ve yaşayışta olduğunu göstermektedir. Allah’ın ayetlerinin gösterdiği yol budur. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler ise bu yoldan da sapmış olacakları için 19. ayette onlar, “bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar” diye anılmıştır; Beled suresinin son iki ayeti şöyledir; “Ayetlerimizi inkâr edenler ise; kötülüğe batmış kimselerdir. Üzerlerinde etrafı sımsıkı kapa” Beled/19-20 buyrulmaktadır. 20. ayet hakkında farklı görüşler mevcuttur. Bunlardan birisi şöyle ifade etmiştir. Ayetin manası, yani, “O cehennemin kapıları iyice kapanmıştır. Dolayısıyla, cehennemlikler için herhangi bir kapı açılmaz ve hiçbir zaman o cehennemden ne keder ve gam dışarı çıkabilir, ne de oraya bir hava ve rahatlık girebilir... Buna göre bu ifade tıpkı Cenâb-ı Hakk’ın, “Onları, o cehennemin duvarları kuşatmıştır...” (Kehf, 29) ifadesi gibi olmuş olur. Kapılar hakkında ise; “Onların üzerine, kapıları kapatılmış bir ateş salıverilir, onlar, böyle bir ateş içindedirler” takdirinde olmak üzere, cehennem bu şekilde nitelene gelmiştir. Doğruyu en iyi bilen Allah’tır. Salât ü selâm Hz. Muhammed (sav)’e, âline ve ashabına olsun (âmin)! F.RAZİ. Selam ve dua ile.