Büyüklenmek gibi hadsizliğiniz yoksa
diğer dertleriniz sizi üzmesin. Zira o
dertler dermanınızdır inşallah. Çünkü
diğer dertler Hak’ka yakınlaştırırken,
büyüklenmek Hak’tan da, Halktan da
uzaklaştırmaktadır. Hem öyle bir
uzaklık ki arası kapatılamayacak ve
telafi edilemeyecek bir mesafe...
Büyüklenmenin bir diğer adı hepinizin
yakından bildiği kibirdir. Firavun
ahlaklılarda olan ve bu ahlaka sahip
olanları da firavunlaştıran bir tasalluttur.
Rabbim hepimizi muhafaza
eylesin. Hepinizin bildiği üzere Firavun’un
en büyük derdi,
dertsizliğiydi. Bu hal O nasipsizi,
büyüklenmedeki nihayetsizliğiyle
ilahlık iddiasına kadar götürdü. Peki
bizim büyüklenmelerimizin bir limiti
var mı? Acaba farkındamıyız? Allah’ın
varlığına, birliğine, meleklerine,
peygamberlerine, kitaplarına, kaza ve
kaderine iman etmiş insanlar olarak
şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz
ki, bir kimse deseki; “Bu Dünyada
benim en büyük!” Biliniz ki; kâfidir ona
bu yük! Zira Büyüklenmek belanın
başı, başın belası. Tevazuu gibi
büyüklenenleri mum gibi eriten bir
erdem varken, büyüklenmek hiçte akıl
karı bir iş değil! Yalnız şuna da dikkat
etmeli ki, Tevazuunun aşırısı da bir
kibir alameti olarak görülmüştür. Allah
dostları dahi irşad vazifelerini irad ederken
herkesi kabul etmişler de,
kibirlileri kabul etmemişler meclislerine.
“Kafiri getirin, kibirliyi getirmeyin!”
buyurmuşlar. Bir edna davranış olan
kibir, şeytanın ameliyesi ve mel’un
ahlakının necis döküntüsüdür. Kibriyat;
Zatı ile Ekber ve her şeye muktedir
olan Cenab-ı Hakk’a aittir. Ki O,
zatıyla büyüktür. Öyle ki; büyüklüğünü
mukayese, muhakeme ve ifade
edeceğimiz hiçbir şey yoktur. İnsanın
büyüklüğüde bu gerçeğe olan ittibası
kadardır. Yani Zat-ı ilahinin
büyüklüğünü kabulü, tasdiği ve ona riayeti
kadardır. Onun büyüklüğünü
kabul etmek onun rızası
doğrultusunda yaşamayı gerektirmektedir.
Allahûazimüşşan bizleri
kulluğumuzun idrakine vararak,
büyüklüğünü kabul eden ve bu minval
üzeri büyüyenlerden eylesin. Biliniz
ki, büyüklük taslamak muazzam bir
ahmaklıktır. Büyüklenmek insana bir
tasallut olduğu gibi aksi olan küçüklük
de, eşyanın manasına, künhüne vakıf
olmaya, kimi zaman da
hoşgörülebilirliğinden dolayı affa
vesiledir. Hani bir evin küçüğüne olan
müşfikiyat dolayısıyla bazı hataları
hoş görülür ya o
kabilden! Hem bir insanın büyüklüğü,
küçüklüğünün ve kendisini küçük
görmesinin neticesidir. İnsanda asıl
büyüklük budur. Bu örneği
somutlaştırırsak gerçek hayattan
esinlenerek şöyle diyebiliriz; insan
önce küçüktür sonra büyür. Küçüklükten
sonra büyüklük başlar. Acziyet ve
vukufiyet. Küçüklükte zahiri anlamda
bir ironi yaparsak; Bir böcek küçücüktür.
Bir insanın herhangi bir yüzey üzerinde
göremediği devasa incelikleri
görür küçüklüğünden. Bu böcek
düşünün ki bir aslanın etrafında döner
dolaşırda gözüne görünmez
hiçliğinden, küçüklüğünden. Fakat bir
bizon öyle değildir. Büyüklüğünün bedelini
yutak ve gırtlağına geçirilmiş
devasa dişlerin arasında titreyerek
verdiği canı ile öder. Dememiz O ki,
Büyüklüğün gerçek manada da bedeli
ağırdır. Evin büyüğü büyük olmanın
bedelini, üstlendiği her türülü
sorumluluğun yorgunluk ve meşakkati
ile öder. Bir çocuk büyümenin bedelini
insanların gerçek yüzlerini ve birçok
sorunları tanıyarak öder. Büyüklük
hemen her açıdan problem teşkil
emekte gibi görünüyor. Bu ifadenin en
esfel hali ise kibir. Büyüklenmek/Kibir
günümüz insanını hemen her açıdan
sıkıntıya düçar ederek, etrafını
kuşatmış durumda. Bu kadar menfi
hasletleri içerisinde barındırdığı halde
büyüklenmek/kibir gibi bir hastalık,
insanoğlunun damarlarında onu yok
etmeye devam etmekte. Niyazımız şu
ki, Cenab-ı Hak büyüklenmeye ve
büyüklenenlere uzak, büyüklere yakın
eylesin. Her türlü kibir alametlerinden
nefsimizi ve neslimizi muhafaza
eylesin.
Selam ve
dua ile...