Atatürk Üniversitesinin “gerçek kuruluş” hikayesi

Doç.Dr. Bünyamin Aydemir yıllar önce (2016) Atatürk Üniversitesinin kuruluş hikayesini tarihi ve somut gerçeklere dayandırarak kaleme almıştı. “Bir mucize, iki kahraman ve Atatürk Üniversitesinin “gerçek kuruluş” hikayesi” başlığını taşıyan bu yazı gazetelerde yayınlanmış ve gerek şehirde gerekse üniversite camiasında oldukça olumlu yankılar uyandırmıştı.
Bu haftaki yazımı sayın Aydemir’in bahsettiğim o yazısına aynen yer vererek tamamlamak istiyorum. Okumayanlar okusun, okuyanlar da yeniden hatırlasınlar diye.
Buyurun.

****
Hayatta bazı küçük şeylerin çok büyük sonuçlara yol açtığına tanık olmuşuzdur hepimiz. Kendisi küçüktür ama etkisi kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyüktür.
Buna mucize de diyebiliriz. Zira mucizelerdeki en önemli özellik, mucizenin gerçekleştirildiği araçla mucize arasında münasebet kurulamaması; insana “nasıl olur da bununla böyle bir sonuç alınabilir?” dedirtebilmesidir.
Aklın tanımlayamadığı, adlandıramadığı şeyler yani…

***
Size Atatürk Üniversitesinin kurulmasında da böylesi bir mucize tarafın yattığını söylesem…
Şu anda Türkiye’nin en büyük ve en önemli yükseköğretim kurumunun, Erzurum için hayati değerde olan bir kurumun sadece ve sadece bir “telgraf sayesinde” kurulduğunu söylesem…

Evet, bir telgraf sayesinde!

Doğu’da üniversite kurmak için çeşitli şehirler gezen ama Erzurum’u akıllarının ucundan dahi geçirmeyen İnceleme Heyeti’ne, “son anda” “Erzurum’u da teşriflerinizi bekleriz” şeklindeki gönderilen bir telgraf sayesinde…

***
Atatürk Üniversitesinin kuruluşuna dair şimdiye değin çok şey söylendi, çok şey yazıldı ama bunların hemen hepsi tarihi gerçekliği ıskalayan romantik ifadelerle örülüydü.
Bu yazımızda Atatürk Üniversitesinin kuruluşuna ilişkin, hem şimdiye kadar yanlış bilinen / anlaşılan şeyleri düzeltmek, hem de kuruluş hikayesindeki mucizevi olguya işaretle birlikte, kuruluşta gerçek anlamda, doğrudan hakkı ve emeği olan iki kişiden bahsetmek istiyoruz.

· Atatürk Üniversitesi Atatürk’ün vasiyeti değildir

Öncelikle şu yanlışı düzeltmekle başlayalım. Atatürk Üniversitesi Atatürk’ün vasiyetiyle kurulmuş bir üniversite değildir.

Bu hep böyle söylenir, böyle bilinir. Oysa, Atatürk’ün asla böyle bir vasiyet yoktur. Bunu iddia edenler Gazi’nin 1 Kasım 1937’deki Meclis açılış konuşmasını dayanak gösterirler.
O zaman, gelin o konuşmaya bir göz atalım. Atatürk Meclis kürsüsünden şöyle diyor: “…ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırarak, batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan reform programının daha köklü bir biçimde uygulanmasıyla Cumhuriyete gerçekten modern bir üniversite kazandırmak, merkez bölgesi için, Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak gerekir. Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3)
Konuşma bu. Peki burada “Erzurum’a üniversite kurulsun” diye bir ifade var mı? Bırakın Erzurum’u, “Doğu’ya” diye bir talimat var mı?
Hayır, ne Doğu’ya, ne Erzurum’a… doğrudan Van’a, “Van Gölü sahillerine..”

· Vasiyete ne oldu?

Böyleyken Atatürk Üniversitesinin kuruluşunun Atatürk’ün vasiyetiyle ne alakası var?
Sadece ve sadece şöyle bir alakası olabilir: 1950’lerde, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar Atatürk’ün bu vasiyetini hatırlayarak, üniversite kurulması için bir Heyet kurar. Ancak bu Heyet üniversiteyi salt Van’da kurmak için değil, Doğu illerinden Diyarbakır, Elazığ ya da Van gibi herhangi bir ilde, daha doğrusu bu illerden hangisinin şartları iyiyse orada kurmayı hedeflemektedir.
Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Atatürk, üniversitenin Van’da kurulmasını istemesine rağmen, Cumhurbaşkanı Celal Bayar öncülüğündeki Heyet, Van dışındaki seçenekleri de devreye sokarak, bir anlamda vasiyeti yerine getirmemişlerdir.

İşte Vasiyet olayı bu!
 Atatürk Üniversitesinin kurulmasında başrol iki kahramanın
Şimdi gelelim aslı mevzuya. Kuruluş gerçeğine ve kuruluştaki iki gerçek kahramana…
1 Kasım 1950’de 3.Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “13 yıl önceki Atatürk’ün vasiyeti”nden hareketle, 2.Menderes Hükümetine “Doğu’da üniversite kurulması için” bir öneride bulunur ve Hükümet de konuyu programına alarak, 15 kişilik bir Heyet oluşturulur. Bu Heyet 27.7.1951 tarihinde, Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri başkanlığında ilk toplantısını yaparak, Doğu illerinde bir inceleme gezisi düzenlemeye karar verir. Ardından da Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile birlikte Doğu illerine yapılan gezilere katılır.

Heyet sadece Van, Elazığ ve Diyarbakır’da incelemelerde bulunur. Bu arada konuyu yakından takip eden bir kişi vardır.
Erzurum Valisi merhum Cemal Göktan’dır bu kişi.
Edindiği izlenim ve bilgilerden sonra, Heyet’in Erzurum’a gelmeyeceğini anlayan Vali Cemal Göktan, neredeyse bir mucizenin fitilini ateşleyecek bir hamlede bulunur.
Bu hamle “üniversitenin Erzurum’da kurulması için Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a telgraf çekip, Heyet’le birlikte kendilerini Erzurum’a davet etmek”tir.
İşte ne olacaksa, o “telgraf”tan sonra olacaktır.
O an Malatya’da bulunan ve Ankara’ya dönmek üzere olan Celal Bayar, Başyaveri’ne Vali Cemal Göktan’ı aramasını söylemiş, telgraftan dolayı oldukça memnun ve mutlu olduğunu belirtmiş, kendisinin Ankara’da önemli bir toplantısı olması sebebiyle Erzurum’a gelememesine rağmen, Heyet’i göndereceği müjdesini verdirmiş.
Ertesi gün… Doğu’da bir şehirde üniversite kurulmasına karar verecek olan Heyet Erzurum’da!

İlk kırılma noktası “telgraf”tı…

Sıra ikincisinde… Bu üniversitenin Diyarbakır’da, Elazığ’da, Van’da veya başka bir şehirde değil de, Erzurum’da kurulması için “ikinci hayati adım”!
Bu adımda da yine Vali Cemal Göktan başrolde!
Ve onunla birlikte başroldeki ikinci kahraman, daha sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin 7.Genelkurmay Başkanı olacak olan Nurettin Baransel Paşa’dır.
İnanın, “Atatürk Üniversitesi bu iki kişinin sayesinde kurulmuştur” dersek, asla abartmış olmayız.
Erzurum’a gelen Heyet’i alabildiğine iyi karşılayan, iyi ağırlayan Vali ve Paşa, Heyet’in ikna olması için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlar, toplantılar düzenleyip, Erzurum ile ilgili detaylı bilgilendirmeler yapıp, şehir gezisiyle Erzurum’un diğer şehirler gibi olmadığını, aksine gelişmiş bir şehir olduğunu göstermişler ve nihayetinde Heyet’teki bir Bilimadamına, “evet, diğer gezdiğimiz şehirler bir köy gibiydi, oysa Erzurum bir şehir” sözünü söylettirmişler… Ve son olarak da…

· Son kırılma noktası

İşte bu nokta çok önemli.
Kırılma noktalarından biri daha!
Ertesi gün Nurettin Baransel Paşa Heyet’i Ordu Harekat Dairesi’nde kabul eder. Harekat Dairesi’nde haritalar üzerinde Erzurum’un Ordu için ne denli önemli olduğunu, dolaysıyla üniversitenin de Erzurum için önemli, hatta hayati olacağını anlatır. Kurulacak olan üniversitenin Erzurum’a sağlayacağı faydaların, doğrudan ülkenin ve milletin faydasına olacağını açıklar.
İşte bu son hamleyle hedef 12’den vurulmuştur.
Heyet ikna olmuştur. Üniversite Erzurum’a kurulacaktır.
Heyet Ankara’ya döndüğünde kaleme aldığı raporla Üniversitenin Erzurum’a kurulmasını “kesin” olarak önermiş, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ve Başbakan Adnan Menderes’in olurlarıyla da karar kesinleşmiştir.

· Vefasızlık yaptık
İşte bir telgrafın sonuçları ve işte iki kahraman…
Bu iki kahramandan şimdiye kadar neden hakkıyla hiç bahsedilmedi bilmiyorum ama, çok büyük vefasızlık yapıldığı kanaatindeyim.
Bu vefasızlıkta hepimizin payı var.
Dönemin Valisi Cemal Göktan… Bir Vali şehrine ancak böyle hizmet edebilir. Örnek olsun.
Düşünsenize.. dönemin Cumhurbaşkanı’na bir telgraf çekeceksin ve bu telgrafla birlikte Erzurum’un ve ülkenin can damarı olan bir kurumun kurulmasına sebep olacaksın.
Ve Ordu Komutanı merhum Nurettin Baransel Paşa… Üniversitenin kurulmasına karar verecek olan Heyeti ikna etmek için canhıraş bir şekilde mücadele eden, adeta Heyettekileri “ablukaya alıp”, onların başka bir karar vermemelerine sebep olan kişi…

· Adlarını yaşatalım
Hakikaten vefasızlık yaptık!
Ne adları anılıyor, ne hakkıyla biliniyorlar bu zatlar.
Bize düşen, bundan sonra, bu büyük kahramanların adını yaşatmak, bu iki büyük kahramana sahip çıkmaktır.
Adlarını bir mahalleye, bir yapıya, bir okula, bir fakülteye, bir dersliğe, bir koruluğa, bir kütüphaneye… bir yerlere vermek gerek.
Cemal Göktan ve Nurettin Baransel isimlerini yaşatalım.
Erzurum’a yakışan budur. Erzurum’a yakışan vefadır.
Hem insan olana yakışan da vefadır. Hakka yüz dönüp, hakkı teslim etmektir yakışan.
Merhum Cemal Göktan Valim ve merhum Nurettin Baransel Paşam.
Ruhunuz şad, 
toprağınız bol olsun.