Bir peygamberi medfun bulunduğu yerde ziyaret etmek takdire şayandır. Siz bu ziyarette ona duâ ettiniz. İnşaAllah onun feyzinden mânen istifade edersiniz. Fakat işin yanlış olan yanı, büyüklerin kabirlerini ziyaretlerde, feyizden farklı olarak hep günü birlik çıkar gözetişimizdir. Nedense bu, toplumumuzda yerleşmiş ve tevhid inancıyla bağdaşır-bağdaşmaz, düşünülmeden, bir şekilde devam ettirilmektedir. Acaba insanlar, düz duâyı başaramıyor mu diye düşünüyorum. Yani doğrudan Allah’a ulaşmak daha mı zor? Sahi, Allah’a ulaşmak zor mu? Kur’ân’ın,” Kullarım, sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, muhakkak onlara pek yakınım. Beni çağıran, bana dua eden kişiye çağırdığı, dua ettiği anda icabet ederim. Artık onlar da benim çağırmama koşsunlar, bana inansınlar da doğru yolu bulsunlar. (Bakara-186) “ âyeti kulaklarımızda çınlarken Allah’ın bize her şeyden, her şeyden, her şeyden, kendimizden bile yakın olduğunu biliyorken daha neden bu yol seçilmez?.. Halbuki bizi Rabbimize kavuşturan sahih duâlar var. Bir kısmı Kur’ân’dan, bir kısmı Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’den, bizi doğrudan, bize yakın olan Allah’a ulaştıran duâlar. Duâyı bir telefon ahizesine benzetirsek duâya müracaatımız, ahizenin ses nakleden alıcısına ağzımızı yaklaştırmamız ve isteğimizi bildirmemiz yeterlidir. Ahizenin diğer tarafı kapalı değil, devamlı açık. Ta ezelden beri açık. Orada Rabbimiz var ve Rabbimiz sürekli bizi dinlemededir ve isteklerimize sürekli cevap vermektedir. Oysa biz böyle ucu sürekli dinlemede ve cevap vermede olan bir ahizeyi bırakıp çok daha dolaylı yollarla Allah’a ulaşmaya çalışıyoruz. Aracılarla, vesilelerle, söylentilerle büsbütün yolumuzu uzatıyoruz, hatta çoğu zaman büsbütün yolumuzu kaybediyoruz. Rabbimize doğrudan ulaşamıyor muyuz? Ama neden? Bu da mı şeytanın bir oyunu? Bir peygamber kabri ziyaretinin verdiği feyzin, aslında tevhid inancına da ters düşmez, Allah’ın yakınlığı ile de çelişmez. Bu mümkündür. Fakat, bunu süreli bir kânun saymak ve ziyaretlerimizden böyle bir menfaat ummak doğru değildir. Bunu hissetmeyi, ruhî bir rahatlama ve sükûnette aramalıyız, maddî işaretlerde beklemek yanlıştır. Bizi Allah’a ulaştıran duâları bir yana bırakıp dolaylı yollara ümit bağlamak türbedeki yatır açısından değil, bizim teveccühümüz açısından, Allah ile aramızdaki kulluk-Rab’lik bağlarını rencide eder. Yani Allah’ın birliği inancı içinde yer alan “yalnız O’na sığınma, yalnız O’na kulluk yapma ve yalnız O’ndan yardım isteme” hakkımıza zarar verir. Duâlarla doğrudan Allah’a sığınmalıyız. Hemen netice almasak da burada, kulluğun güzelliği ve edebi vardır. Çünkü Cenâb-ı Hakka el açmak da neticeyi Cenâb-ı Hakka bırakmak da kulluğun güzelliklerindendir, ibâdetin tâ kendisidir. Sadece Allah’a sığındığımızda, duamızın makbûl olması ve netice almamız, Allah dilerse gecikmez. Araya vesile koyduğumuzda da Allah dilerse şifa verecektir. Bu durumda, tesiri vesileye vermek gibi, bir yanlışlıktan kendimizi kurtarmamız zorlaşır. Böyle bir yanlışlık, inancımızı da yanlış yöne doğru kaydırır. Allah’tan daha büyük birisini düşünmek mantıken mümkün değildir. Çünkü Allah en büyüktür. Allah o düşündükleri bütün büyüklerin en büyüğüdür. Çünkü O, Allahuekberdir. Koca gezegenleri, dev yıldızları, güneşi, dünyayı, azametli küreleri ve sayısız gök cisimlerini kendi yörüngelerinde baş döndürücü hızlarla, uzayda sayısız sapan taşları gibi döndüren ve bir sâniye durdurmayan bir Kudret-i Ezeliye’nin kendisinden büyük bir güç ve kudretin olup olmadığından “söz etmek” bile “abesle iştigal”dir. Buna hikmet, kudret, ilim, akıl, mantık ölçülerinde gerekçe yoktur. Allah abesle iştigal etmez. İnsan aklı da abesle iştigal etmemelidir. Kur’ân birçok âyetinde düşünmeyi, akıl erdirmeyi, tefekkür etmeyi, fikir üretmeyi, muhakeme etmeyi emir buyurur. İnsan kendisine verilen sıfatlarla, aklı ile bilgisi ile iradesi ile ve sair duyguları ile kendisini Yaratanı bilmek, bulmak, tanımak, sevmek ve itaat etmekle yükümlüdür. Şüphesiz bizler, Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremeyiz. Biz Allah’ın eserleri üzerinde kafa yorup Allah’ın büyüklüğünü kavramakla mükellefiz. Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “Cenâb-ı Hakkın sınırsız nimetlerini tefekkür ediniz. Fakat zâtının mahiyetini düşünmeyiniz. Çünkü siz ulûhiyetin esrârını keşfedemezsiniz. Allah’ın büyüklüğünü hakkıyla takdir ve ihata edemezsiniz” buyurmak sûretiyle dikkatimizi, Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaştırmamızı önerir. Kur’ân’ın da tavsiyesi Allah’ın rahmet eserleri üzerinde yoğunlaşmamızdır. (Rum-50). Allah cümlemizi, doğruyu arayan ve doğruyu bulan kullarından eylesin. Âmin!.. Selam ve saygılarımla…
Çok güzel bir yazı. Gerekli yolu göstermiş. Güzel örnekler vermiş. Okuyup gereğini yapalım.Tesekkurler.
Allah' a ulaşmak zor değil. Ama şeyhler, liderler ve diğerleri bırakmıyor ki.