ALAK SURESİ NÜZULÜ VE KONULARI - 3

Alak suresinin bu bölümündeki ayetler Efendimiz (sav)in namaz kılması ve onu engellemeye çalışan Ebu Cehil ile alakalıdır. “Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü? Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere ise; ya da takvayı (Allah’a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa? Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse? O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?” Alak/9-14 Efendimiz (sav)in namaz kılmasının engellenmesi, arka arkaya gelen sorular şeklinde sorulmak suretiyle bu konuya dikkat çekilmiş ve bu soruların cevaplarının tefekkür edilmesi emredilmiştir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayetler Hz. Peygamber (sav)’e hitap ederek onun ve müminlerin Kâbe önünde namaz kılmalarını engellemeye kalkışan Ebû Cehil’e karşı bir eleştiri ve uyarıdır. Ancak bunları genel anlamda bütün insanlık için bir uyarı olarak değerlendirmek daha uygun olur. Zira ayetlerin içeriği dikkate alındığında burada, belli tarihsel kişi ve olayların ötesine uzanılarak her dönemde görülen ve dinin sosyal hayatı iyilik, hak ve adalet ilkeleri yönünde şekillendirme vazifesini engellemek isteyen bütün zorbaların eleştirildiği ve insanlığın onlara karşı uyarıldığı anlaşılmaktadır. “Gördün mü?” Gördün ha, baksana ha, bilesin ha, anladın ha gibi dikkati çeken bir hitap ile ne dersin? Görüşün, fikrin, bilgin ne ise bana haber ver! Demek manasına kullanılır bir sorudur ki, çoğunlukla maksat gerçekten soru ve haber alma olmayıp sorulan duruma dikkati çekmekle bir kınama veya azarlama veya şaşırtma olur. Tefsir âlimleri bunların tefsirinde birçok görüşler açıklamışlardır: Birincisi; hepsinin de aynı muhataba, yani özel hitap ile Peygamber (sav)’e ve genel hitap ile insana yönelik olması olabildiği gibi, iki tarafın arasında bir muhakeme (yargılama) veya bir hitabet üslubu ile sağa sola çeşitli şekillerde hitap etmesi de olabilir ve daha manalıdır. Bu hitap özel olarak Efendimiz (sav)’e olduğunda mana şöyle olabilir; Bunda bir azgını suçüstü halinde sakındırarak gördün mü? Baksana ha şuna, kendini zengin saydığı için nasıl azgınlık ediyor? diye kötüleyerek Peygamber (sav)’e ve dolayısıyla insanlığa bir gösterme ve teşhir etme vardır. Yani ey Muhammed! (sav) Yahut ey insan baksana! O engelleyen azgına, bir kulu namaz kıldığında. Namaz kılan bir kulu özellikle namaz kıldığı sırada engellemek ne büyük cür’et, ne büyük azgınlıktır! İşte bu, o engellemeyi kendini zengin gördüğünden dolayı yapıyor. Ve bu gösteriyor ki bu ayetlerin inmesi namazın farz kılınmasından sonradır. Namaz ibadeti Farz bir ibadet olduğu için, iman ehli bir kimse asla ve asla namaz kılan birini engellemez. Böyle bir engelleme görülmemiştir. Görülürse ne olur? O zaman engelleyen kimse İslam dairesinden çıkar. Öyle ise bu durum tefekkür edilmesi gereken önemli bir konudur. Diğer ibadetlerden alıkoymak da namazdan alıkoymaya kıyas olunur. Bu konuda sözlü yasaklama ile fiili yasaklama ve tavırla yasaklama arasında fark da yoktur. Bir insanı meşgul ederek namazdan, ibadetten alıkoymak da bu hükme girer. O da Ebu Cehil davranışıdır. ELMALILI on bir ve on ikinci ayetlere şu manayı vermiştir. “Düşünsene! Ey namaz kılan bir kulu alıkoyan azgın insan! Eğer o kul hidayet, doğruluk, hak üzere gitse yahut onunla beraber daha yükselerek diğerlerine de takva ile Allah’tan korkup fenalıktan sakınmakla emretse ne olur? Fena mı olur? Sen onu Allah’ın iyi, kötü her şeyi gördüğünü bilmez de senin yasağını dinler mi sanıyorsun?” Bunun dışında da manalar verilmiştir bu ayetlere. Doğruyu Allah bilir. Bölümün son ayeti ise en can alıcı ayettir ki; O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? Namazı engelleyen kişi şayet bu huyundan vaz geçmezse Yüce Allah (cc) ona yapacağı şeyi on beş ve on altıncı ayetlerde şöyle ifade buyuruyor. “Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.” Alak/15-16 “Perçeminden yakalayacağız” sözü mecazi bir ifade olup, “Onu tutup cehenneme atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız, alçaltacağız” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır (bk. Râzî, XXXII, 23). Kendini kendine yeterli gördüğü için azgınlık eden ve Allah’ın kullarının ibadet etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre veya dünya hayatı boyunca serbest bırakılsa da sonunda bir gün gelip yakasına yapışılacağı, hak ettiği cezayı göreceği bildirilmektedir. Ayette bu cezanın dünyada mı yoksa âhirette mi verileceğine dair bir açıklama yapılmadığına göre her ikisini de kapsadığı düşünülebilir. Nitekim Ebû Cehil ve benzerleri Müslümanlar karşısındaki yenilgileri ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını görmüşlerdir; ayrıca âhirette de cezalandırılacakları birçok ayette haber verilmektedir. Alak suresi şu ayetlerle sona ermektedir. “Haydi, taraftarlarını çağırsın. Biz de zebânileri çağıracağız. Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.” Alak/17-19 Taraftar diye çevrilen kelimeye “kurultay” manası da verilmiştir. “Kurultay” “nâdî” kelimesi, “bir konuda istişare etmek üzere toplanmak” anlamına gelen “nedve” kökünden türemiş olup kurultayda bir araya gelen heyeti ifade eder. Câhiliye döneminde Mekke’de bu tür toplantıların yapıldığı yere Dârunnedve denilirdi. “Zebâniler” diye çevrilen zebâniye kelimesi ise “itmek, savmak” anlamına gelen zeben kelimesinden türemiş çoğul bir isim olup azap meleklerini ifade eder. Rivayete göre Resûlullah (sav) İbrâhim (as)’in makamında namaz kılarken Ebû Cehil, “Ben sana namaz kılma demedim mi!” diyerek onu tehdit edip engellemek istemiş, Hz. Peygamber de ona sert bir şekilde karşılık vermişti. Ebû Cehil, “Sen beni ne ile tehdit ediyorsun? Vallahi ben bu vadide adamları en çok olan kimseyim” demiş, bunun üzerine bu âyetler inmiştir (bk. Kurtubî, XIX, 127). Allah Teâlâ, “O hemen kurultayını çağırsın, biz de zebânileri çağıracağız” buyurarak Hz. Peygamber’e meydan okuyan Ebû Cehil’in aczini ortaya koymak istemiştir. 19. ayette tekrarlanan “hayır!” anlamındaki kellâ edatı da, o azgın insanın, Hz. Peygamber (sav)’e kötülük etmek üzere taraftarlarını çağırmaya asla cesaret edemeyeceğini gösterir. Burada Resûlullah (sav)e, böyle azgın, Allah ve peygamber tanımaz kimseye boyun eğmemesi, namaz kılmaya ve secde etmeye devam ederek Allah’a yakınlaşma gayretlerini sürdürmesi emredilmiştir. Şüphe yok ki Allah’a yaklaşmak, O’nun emirlerine itaat etmekle ve bu itaatin en anlamlı ifadesi olan secde ile mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber (sav), “Kulun rabbine en yakın olduğu an secdede bulunduğu andır” buyurmuştur (Müslim, “Salât”, 215). Selam ve dua ile.