Cennet-mekân Mehmet Akif Ersoy’un, 85.
ölüm yıl dönümü anısına…
Millî Mücadele’nin ilk haykırışı, Osmanlı’nın
son çığlığı; eserleriyle kalbimize
seslenmesi nin yanı sıra, kendisi de başlı başına
bir eserdir, Akif. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir sözü
vardır: “Milletler büyük evlatlarıyla
nefes alırlar.” Milletiyle
ağlayan şair olarak Akif’in vatanseverliği
de asla göz ardı edilemez bir
konudur. Bir milletin vazgeçemeyeceği
üç unsur vardır: Vatan, bayrak
ve millî marş. Akif’te bu üçünün de
sevgisi had safhadaydı.
Sözün özü; Akif, dalkavukluğu,
etek öpmeyi, rütbe dilenmeyi
bilmez, eli harama uzanmaz, dili
yalana dönmezdi. Merhametli, haysiyetli,
namus timsali idi. İçtiği suyun,
yediği ekmeğin, aldığı bursun,
oturduğu sıranın, okuduğu kitabın
hakkını ödemek isteyen gençlerimiz,
milletinin tarihini fikir ve sanat
adamlarını, dava ve ideal önderlerini
tanımak, öğrenmek zorundadırlar.
Mehmet Akif de bu ulular kervanının
başında gelir.
Mehmet Akif, Millî Mücadele döneminde, ülkenin
içinde bulunduğu kötü durumun kaygısını
hep taşımıştır. Bu kaygı ile şair ve vaiz sıfatıyla,
İstanbul’dan başlattığı mücadelesini Anadolu’ya
taşımış, mücadele ruhunu ulaşabildiği her insana
aşılamıştır.
Leylâ şiiri, Akif’in “ Gölgeler” adlı şiir kitabında
yer almaktadır. Şair, bu şiir kitabındaki şiirlerinin
bir kısmını, Mısır’da yazmış, diğerlerini ise
Türkiye’de iken kaleme almıştır. Âkif, Leylâ şiirini,
8 Nisan 1922’de Ankara’da yazmıştır. Bu şiirin
başlığı, Leylâ ve Mecnun hikayesinden etkilenerek
seçilmiş, hikayenin kahramanı olan Leylâ, Âkif’in
şiirinin adı olmuştur.
Akif, Leylâ ve Mecnûn hikayesini sembolleştirir.
Millet, bir Mecnûn gibi arayış içindedir. Aslında
Akif’in yanıp tutuştuğu Leylâ, Fuzûli’nin Leylâ’sı
değildir. Akif, idealini bir varlık etrafında toplar.
Bu Leylâ’dır. Leylâ, İslam’ın yükselişi, Mecnûn’un
sevgilisidir. Kavuşulama yan ve Mecnûn’u ıztıraplara
boğan bir sevgilidir. Akif, Leylâ ile Mecnûn
imajlarıyla, idealin erişilmezliğini ve İslâm aleminin
ıztırabını tasvir eder.Leylâ sadece Mecnûn’un
değil,Mecnûn olarak nitelendirilen tüm İslam ülkelerinin
olduğunu anlatır. Leylâ’nın kelime anlamı;
çok karanlık gece.Leylâ’nın şiirde, yüzyıllardır karanlık
içerisinde boğulmuş bir milletin aydınlık tutkusu
olarak anıldığını ve aydınlığa
geçiş yolu olduğunu anlatır.
Mehmet Akif’in Leylâ’sı, İslam’a
yeniden dönülmesi için, bir
mücadeledir ve hareket noktası İslâm
idealidir.Gerek Türk milletini
gerek İslâm coğrafyasını içine alan
Şark dünyası, üzerlerine çöken, bu
karanlıktan kurtulmalı ve ümitsizlik
batağına düşmemelidir. Akif “Ye’se
düşenler Müslüman değildir”
Sebilürreşad’ın, 467. sayısında çıkan
ve bu başlığı taşıyan yazıları,
Kur’ân’da, Hz. Yakup ve Hz. İbrahim
ile ilgili kıssalardan hareketle en
vahim durumlarda bile, Allah’tan
ümidin kesilmemesinin gerekliliğine
işaret eder.
Âkif’in Leylası millettir.İslam’ın
ve imanın bekçiliğini yapan millet !..Türkleri, Kürtleri,
Arapları, Arnavutları bir arada tutan inançtır.
Leylâ, buna olan imanı anlatır. Bu davaya olan
aşkın samimiyetini anlatır. Leylâ milletin geleceğine
bir bakıştır. Yaşadığı işgal ve sömürüye karşı
bir meydan okumadır. İslâm aleminin içine düştüğü
zillete, yoksulluğa ve cehalete karşı bir meydan
okumadır. Bu ıztıraplardan milleti kurtaracak ve
geleceğe taşıyacak bir ütopya ortaya koyar.
İslâm milleti Leylâ’yı beklemektedir. Çünkü
millet ıssızlık,ümitsizlik ve yönsüzlükle perişanlık
içindedir. Her taraf viranedir. Vadiler sağır, çöller
ocaksız, kubbeler,sadâdan ve nurlardan uzaktır.
Şiirin konusu, bütün Türk milletinin ve İslâm
dünyasının bilinçlenmesi, uyanıp kendine gelmesidir.
İslâm’ın âtisi bir Leylâ’dır ve Leylâ kadar
uzaktadır düşüncesi, şiirdeki esas temadır.
Mehmet Akif, kendini çok yalnız ve bunalmış
hissettiği bir zamanda yazdığı Leylâ şiirinde,
İslâm aleminin içinde bulunduğu durumdan dolayı,
bir sıkıntı ve karamsarlık içindedir. Şiirin ilk
mısralarından itibaren “bunalmak”, “ıssız”,
“vahşet”, “zulmet”, “cihet yok”, “hüsran”,
“viran”,“ye’s”, “kâbus”, “ışıktan uzak”,
“çiğnemek”,” boğmak” “girdab” gibi kelimeler,
Akif’in içinde bulunduğu ruh halini anlatması
bakımından çok önemlidir.
İçinde Şark dünyasının da bulunduğu durum,
uzun ve karanlık bir geceye benzetilir. Bu geceyi
aydınlatacak nur ise Leylâ’dan gelecektir. Akif, işte
bu nur ve arayış içindedir:
“Barındırmaz mısın koynunda ey toprak?” derim.
“yer pek”,
Döner, imdadı gökten beklerim, heyhât !..,
“gök yüksek”
Bunaldım kendi kendimden, zaman ıssız,
mekân ıssız ,
Ne vahşetlerde bir yoldaş ne zulmetlerde tek
yıldız !..
Cihet yok. Sermedî bir Seddi var karşında yeldânın;
Düşer, husrâna, kalkar, ye’se çarpar serserî alnın,
Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdiler, enginler,
Aran, beynin döner boşlukta, haykır, ses veren
cinler !..
Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan
dûr;
İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?
Şiirde, karanlık bir gecenin tasviri yapılırken
okuyucuda karanlık gecenin yanı sıra, ürkütücü
bir boşluk ve sessizlik duygusu hissettirilmeye çalışılır.
İslâm dünyasının içinde bulunduğu sefalet
gözler önüne serilmektedir. Gölgenin esaretine
düşmüş ve her gün çiğnenmekte olan bu İslâm
dünyası “ ferdâ-yı mev’ûd”u, yani vaat edilen
ve ümitle beklenen geleceği bir gün gelecek diye
beklemektedir.
“Ne bitmez bir geceymiş!.. Nerden etmiş
Şark’ı istîla ?”
Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ
Ezer kâbusu, üç yüz elli, dört yüz milyon imânı,
Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı !..
Asırlardır ki İslâm’ın bu her gün çiğnenen yurdu,
Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâyı mev’ûdu !..
Devam edecek,
Selam ve saygılarımla…
Sağ ol kardeşim.Akif ancak bu kadar çok güzel anlatılır.Okulda öğretmenlerimiz Akifin Leylasından bahsetmemişlerdi. Yeni öğrendik.Ellerine sağlık.Çok güzel ve akıcı bir üslubunuz var. Maşallah.