Ağaçtan kızın aslına geri dönmesİ

Tûtînâme’den,
Zaman-ı evvelde, bir dülger,bir kuyumcu, bir terzi ve bir derviş arkadaş olup yola çıkmışlar. Bir müddet seyahatten sonra, bir gece, sık ve korkulu bir ormanın kenarına varmışlar. Orada yatmak mecburiyetinde kalmışlar.Uykuda iken, bir canavarın gelerek kendilerini yemesinden korktukları için, geceyi nöbet tutarak geçirmeye karar vermişler.
İlk gece bekçilik vazifesi dülgere geldiği için, diğerleri yatmışlar. Dülger, oturup vaktin geçmesini beklerken uyku kendisini sıkıştırmaya başlamış. Uykusunu kaçırmak için, dülgerlik alat ve edavatını eline almış, düz ve güzel bir ağaç kesip temizce yontmuş, el,ayak,baş gibi şeyleri de yaparak bir kız tasviri imal etmiş. Bekçilik görevi kuyumcuya geldiğinde onu uyandırıp kendisi yatmış.
Kuyumcu beklemekte iken, dülgerin yaparak orada ayak üzerine durdurmuş olduğu kız heykelini görünce, arkadaşının hüner ve marifetini övüp beğenmiş ve ondan geri kalmamak için, heybesindeki bilezik, gerdanlık v.b .gibi kadınlara lazım olan ziyneti yapıp tamamen kız heykeline takarak onu ziynetlendirmiş.
Bekçilik görevi terziye gelince o da heybesinden bir top kumaşı alıp mükemmel bir elbise dikip o kız heykeline giydirmiş. Heykel bu durumda,heykel halinden çıkmış ve görenler onu sanki canlı sanmışlar.
Sıra dervişe geldiğinde kalkıp oturmuş, bir müddet zikir ve tesbihat ile vakit geçirdikte, gözü o tasvire ilişmiş.Ormanın içinde, bir peri görüyorum zannedip yanına vardıkta, ağaçtan yapıldığını görüp işi anlamış. O da arkadaşlarından geri kalmamak için hemen kıbleye dönerek ve dergah-ı Pervardigâr’a el kaldırarak:
 Ey !.. Kuvvet ve kudret sahibi Zülcelâl. Adem’in temiz zatını, Adem’den saklayarak onu dünyaya getirdin. Kurumuş ağaçta, meyve ve yaprak bitirdin.Ya Rabb!..Lütfundan ve kereminden, ümit ederim ki arkadaşlarımın yanında beni mahcup etme. Bu ruhsuz kalıba ruh vererek
lisanını hak ve şükürle süsle.” diye yalvarıp niyaz eyledi.
Tabiatı temiz dervişin,duası kabul olduğundan, Hudâ-yı Lem Yezel (zeval bulmaz,bakî, kalıcı) Hazretleri, o kalıba, lütuf ve kereminden ruh ihsan buyurup ihya eyledi. Bu suret, bir peri yüzlü, çok güzel bir kız olup serv-i sehî gibi, edalı yürüyüşe, tûtî gibi konuşmağa başlamış. Sabah olup dört arkadaş uyandıklarında, bu kızı görüp hayrete düştüler. Her biri onun,saçının tuzağına tutulup aşk ve muhabbetle ona av olup aralarında kavgaya başlamışlar.
Dülger demiş: “ Bunu ağaçtan yontup imal eden ve esasını kuran benim. Binaenaleyh benim malımdır. Sizin bunda hakkınız yoktur”.
Kuyumcu demiş. : “ Gerçekten sen ağaçtan oydun. Fakat üstüne altın ve bilezik sarf eden, onu süslendirip insana benzeten benim. Şimdi o benim malımdır. Sizin hakkınız yoktur.
Terzi demiş: “ Dülger ağaçtan yaptı. Kuyumcu süsledi. Fakat ona ben elbise diktim. Eğer ona elbise giydirmeseydim, şimdi o çırıl çıplak kalırdı. Herhalde benim hakkım, sizden fazladır.
Derviş demiş ki:“ Bunda hiç birinizin hakkı yoktur. Ruh olmasa kalıptan,ziynetten, mükemmel elbiseden ne faide hasıl olur. Onu ihya ettiren benim duamdır.Binaenaleyh benim hakkımdır.
Bu dört arkadaş, bu davanın halli için,hakimin huzuruna gitmeğe karar verdiler. O sırada karşıdan sarıklı bir zahidin geldiğini gördüler. Önce bu zahide soralım ne hükmederse ona razı olalım diye aralarında anlaştılar.Hocayı çağırıp durumu ona anlattılar,hüküm vermesini istediler.
Zahid, kızın yüzüne baktığı zaman, kalbine aşk ateşi düştü. Hemen içinden bir çare bulup dedi:
“Ey Müslümanlar siz ne kadar budala ve ahmak insanlarsınız. Siz Allah’tan korkup Peygamberden utanmaz mısınız ki benim, şer’en nikahlı olan kadınımı,yok ağaçtan yonttum, yok elbise giydirdim, yok ziynet taktım,yok dua ile ihya ettim gibi,aklın almadığı sözlerle, bunu kendinize mal etmek istiyorsunuz, bu gece hanemden kaçmıştı, onu bulmak için yola çıktım,
Elhamdülillah buldum.” diyerek kıza sahip olmağa kalkıştı. Davacı dört iken, beş oldu.
Aralarında çekişerek şehre girdiler, bir zabıta memuruna müracaat ederek durumu ona anlattılar. Bu adam da kızı görünce o da aşık oldu. Onu ellerinden almağa kalkışarak: “Ey hainler, bu kadın, kardeşimin hanımıdır, hamd olsun onu buldurm” dedi. O da davacı çıktı.
Hepsi toplanıp kadının huzuruna çıktılar. Durumu beyan ettiler. Kadı, kızın yüzüne baktıkta
o da bu kadar güzel bir kızı almak sevdasına düştü. Onlara dönerek “ bu kız benim hanemde büyüdü, evladım gibi sevdiğim cariyemdir. Gaflete düşüp ziynet ve elbiselerini alarak kaçtı. Hamd olsun sizin sayenizde maksudum hasıl oldu. Bu iyiliğiniz karşılıksız kalmaz” dedi. Eğer itiraz ederseniz, cezasını çekersiniz. Hepsi birbirinden davacı oldu.
Orada bulunan halk da bunları dinliyorlardı. O halk bunlara dedi ki .” Ey ümmeti Muhammed !.. Bu dava böyle hallolmaz. Hadis-i Şerif’te buyurulmuştur ki : “ Bir işte hayret hasıl olur ise, kabristan ziyaretine gitmeniz uygundur. Haydi hep birlikte kabristana gidelim. Orada dua edip âmin diyelim. Ola ki Perverdigâr bu sırrı aşikar eyleye”. Hep birlikte kabristan gidip ağlayarak
dua ettiler, niyazda bulundular.
Bu sırada, bu davaya konu olan, o güzel kız, bir ağaca dayanmış duruyordu. O anda, o ağaç ikiye yarılıp kızı içine aldıktan sonra, yine kapandı. “ Küllü şey’in yerciu ila aslihi”, “Her şeyin, aslına döndüğü”, sırrı aşikâr olarak ağaç ağaca geri döndü. Böylece halk, dülger, kuyumcu, terzi ve dervişin doğru, diğer üçünün de yalancı olduklarını anladılar.Selam ve saygılarımla…
Not :Tûtînâme, benim mezuniyet tezimdir. Bu değerli eseri, ilk defa,1975 yılında, Osmanlıca’dan, Türkçe’ye çevirerek Türk edebiyatına kazandırdım. Bu hikaye de ilk defa, bu sitede yayımlanmaktadır.