Eskiye hasret kalmamızın bir sebebi de yeniye rıza göstermeyerek, kabullenmek istemeyişimizdir. Tabii ki bir şeylerin eskisi gibi olmadığı çıkarımında bulunabiliriz ve bu hususta haklı olabiliriz. Eski; yaşamasını bilenle canlı ve diri kalarak, istikbale dair kararlarda isabetli olmamızı sağlayan en önemli unsurdur. Fakat bu tecrübe, hatıralar da yaşayarak değil hatıraları yaşatarak ziyadeleşir ve bizlere fayda sağlayabilir. Dünya aynı dünya olduğu halde “Eskiden böylemiydi?” diye serzenişte bulunuruz veya bazen o anda unutmak istediğimiz bir hadise için “Hiç unutmam!” diyerek tepkide bulunur ve eskilerin makuliyetinden yakınırız. Şunu unutmamalıyız ki bu durumların yaşayanı da yaşatanı da insan/insanlık yani bizlerizdir. “Eskiler” kavramı bir bakıma; Masum, mahzun, kendisine sahip çıkan biri/birileri var oluncaya dek sahipsiz, sahip çıkan olduğun da ise sahip çıkanın insiyatifine kalmış olandır. Eskilere dair hafızamızda kalanlara baktığımızda maalesef yenilenen her şeyin bizleri eskittiğini ve eksilttiğini görmekteyiz. Örneğin; Küçücük hanelerde birkaç aile beraber yaşar ve çok sayıda misafir ağırlardık. Şimdiler de koskoca evlerde birer yalnız olarak yaşamaktayız. Eskiden paylaştıkça arttığına inan bir anlayış varken, şimdi artanı paylaşmaktan dahi imtina eden bir anlayış oluştu. Mesela gurbette olan bir yakınımızla mektupla haberleşmenin vermiş olduğu mutluluğu yaşardık eskiden iliklerimize kadar. Fakat şimdi aynı evde yaşayanların bir birine hasret kaldığını görmekteyiz dersek abartmamış oluruz galiba! Hasret, özlem gibi manevi mürebbilerimizi harekete geçiren hislerimizi, kaybetmişiz gibi geliyor. Zira bu duyguların neticesiyle kaleme alınan şiir, türkü, ağıt vs. yaşadığımız dönemde durma noktasına gelmiş. Eskilerin türküleri de, söyleyenleri de dinleyenleri de yanıktı. İçine işlerdi insanın. Eskiden evin önündeki bir taşın üzerin de akşama kadar sohbetler edilirdi gönül rahatlığıyla ve muhabbetle. Şimdi devasa mesire alanlarında ürkek bakışlarla yaktığımız mangalın üzerindeki köz gibi yanan gönlümüzle ve kaynayan semaverlerin hararetine eş değer düşünce buhranlarıyla rahatlama terapileri uygulamaktayız çaresizce. Aile kavramımız da eskittiğimiz bir başka eskimiz. Anne-çocuğundan, Kadın-kocasından habersiz. Baba, babalığı sadece geçim ve iaşeden, Anne, anneliği sadece çamaşır, bulaşık, ütü, yemekten ibaret zannedince ortaya içinden çıkılmaz, sorunlar yumağında kaybolmaya mahkum ve farklı meşakkatlerinde tasallut ettiği yıkılmaya yüz tutmuş bir aile tablosu çıktı. Ve nihayet pamuk ipliğine bağlı mutluluklar. Eskiden kazandığına rıza gösteren esnaflar, zanaatkârlar vardı. Şimdi daha çok kazanmayı gaye edinen, kapitalist anlayışın avaneleri esnaf diye aramızda dolaşmakta. Oysa bilinmez ki çok kazanmak, çok harcamayı. Çok harcamak, çok ve çabuk harcanmayı da beraberinde getirmektedir. Sonuç mu? Boşa geçen bir hayatın nedamet(pişmanlık) dolu bakışlarıyla eskiye özlem duyan eskiyen varyemezler! Hem, Dünya da ki bir çok sorunun temelinde ise hayata böyle (çok kazanmak) bakan, doymak bilmeyen,
hakkına razı olmayan bu güruhun sebep olduğunu görmekteyiz. Mesela yakınlarınızda bulunan ticarethanelere bir bakınız. Market diye bildiğiniz işletmede bir markette olması gerekenden ziyade ürünle karşılaşmaktasınız. Fırın değildir! ama ekmek satar. Zücaciyeci değildir! bardak, tabak, çatal,kaşık vs. satar. Eczane değildir! pamuk, krem vs satar. Kozmetikçi değil! Parfüm, losyon , rimel vs. satar. Nayloncu değil! Plastik ürünlerinin envai türlerini satar. Manav değildir! Sera, turfanda ürünlerine varıncaya kadar herşeyi satar. Tuhafiye değil! Tuhafça penye, çorap, çamaşır vs. satar. Yağ peynir vs. satar Tatlıcı değil! ama her türlü sütlü ve şerbetli tatlıları satar. Pideci/Dürümcü değil! dondurulmuş pide, çiğ köfte vs. satar. Maalesef örnekler çoğaltılabilir. Sizce bu durumun nedeni nedir? Tabii ki doymak bilmemektir. “Hep bana! Rab! Bana!” anlayışıdır. Peki diğerleri ne ile uğraşsın? Ailesinin iaşesini nasıl sağlasın? Adı “market” her işe park et! der gibi, yapmadığı iş kalmamış! Bunlar bana makul gelen şeyler değil. Yanında ki esnaf kardeşine de merhamet et! Onun kazancına mani olma! “ Onun da ekmeğini yiyeyim” anlayışından vazgeç! Hele şimdi bazı marketler inşaat sektörüne de el atmış ki ALLAH GÖZLERİNİ DOYURSUN!! Bu bakış dilencinin anlayışından çok çok aşağıdır. Zira dilenci (Allah yardım etsin) ihtiyaçtan dilenir ve “Dilenci” bilinir. Fakat doymak bilmeyenler dilenenleri zem (kötülemek) ederken, menfaatleri için yapmadıklarını bırakmayan münafıklardır. Bir siz eskimediniz şu hayatta her dönemin açları!!! Dilencilerle aranızda ki fark; Biriniz de var! Diğeriniz de yok! Ne mi? Ona da siz karar verin değerli okurlar.
Selam ve Dua ile…