ADALET

Sosyal adalet, toplumsal adalet, devletin
adaleti, kanun, nizam, anayasa, kişinin
kendi adaleti, bir de Allah’ın adaleti...
Adalet aslında belli kurallara dökülmüş,
belli nizam ve meratip silsilesi içinde kurallara
bağlanmış maddelerden oluşturulmuş, uyulması
gereken kanunlar silsilesi değildir.
Sosyal adalet birinin aç diğerinin tok, biri
yaya biri uçakla, biri poşetle biri koli ile biri makarna
biri pirzola, biri kirada biri ev sahibi, birisi
patron birisi maraba
silsilesi değildir. Adalet,
Allah tarafından hak
gözetilmesi meselesi de
değildir. Adalet insanın
kalbinin mutmain olması
meselesidir.
Adalet bir hak arama
meselesi değildir,
bir hak verme meselesidir.
Neden adalet arayanların
hep mağdur
olduklarını düşünürsek
haklarını alamadıklarını
değil hakları verilmediği
için mağdurdurlar elbette. Adalet, imani
bir mesele insani bir vasıftır. Her köşe başına
bir polis, her mahalleye bir dron, her şehire bir
uydu, her ülkeye bir galaksi de tayin etseniz adaletsizliği
dizginleyemezsiniz.
Eğer o toplumda adaletsizlik varsa bunu ne
cebri ne kanun ne nizam ne de askeri bir kolluk
gücü ile yapamazsınız. Toplumların, bireylerin
içlerinde vicdani muhakeme, vicdani muhasebe
yoksa insani ve imani bir meleke yoksa ne
yapsanız boştur. Adaletin tecellisini beklemek
kıyameti beklemek demektir. Adaletsizliğin geçmesini
beklemek mahşeri beklemek demektir.
Elbette Allah’ın bir adaleti, bir nizam-ı bir kuralı
mutlaka vardır. Elbette Allah adildir, elbette
Allah zalim değildir ancak kul, kendi zulmünü
kendi hazırlamaktadır. “Haksızlık karşısında
susan dilsiz şeytandır” ifadesinin altında yatan
gerçek ferdin kendi iç muhasebesi ile alakalıdır.
Hakkını istemeyen ya da hakkını vermeyenlerin
karakterinde mutlaka illet vardır. Adalet, bir
kalbi meseledir. Allah’ım kalplerimizi adaletten
yana mühürleme. Bizi nefsine zulmedenlerden
eyleme Allah’ım, bizi nefsimizle terbiye etme;
adaletsizliğin müsebbibi eyleme. Allah’ım bizi
haksızlığa susan şeytanlardan eyleme.