Her şeyin en iyisine layık olduğumuzu düşünürüz de, lâyık olamadığımız her şeyimize şükrümüzü eda etmeyi düşünmeyiz. Ta ki, Mevcudiyetine muhtaciyetimizi anladıklarımız elimizden alınana kadar. İşte o zaman “keşke” nöbetleri geçiren bir hummalı olup çıkıvermekteyiz. Neticede çok geç olarak, herşeye sahip olduğumuzu hiçbir şeyimiz kalmadığında anlarken, nedamet dolu duygularımızla başbaşa kalırız. Ama ilginçtir ki bu duygular da yine gelecekte kendisine bir başka “keşke!” diyecegimiz anın ta kendisidir.(!) Demem o ki; keşkelerimiz hep olacak. Ama bazı keşkelerimiz var ki içimizi yakıp kavuracak. Bugün sizlere O keşkemizi paylaşacağız. Tarifini yapmak için ne zaman, ne kelimeler, ne de anlamaya dimağların müsait olmadığı, olamayacağı..! Kifayetsiz kalan bir keşke... Şimdi durun da anlatamayayım(!) keşkemi de okuyuverin(!) Büyüğüm, manevi önderim, kurtarıcım, beni bana getiren ve böylelikle beni benden kurtaran “Men arefe nefsehû, fekad arefe Rabbehu!”(Nefsini bilen, Rabbini bilir!” sırrına mazhar eyleyen, kalemimin, kelamımın, sadrımın mimarı, güzelliğin ve aşkın bendeki karşılıksız karşılığı olan mürşidim, Mevlana Hace Yakûbî Sani Hazretlerinin dar-ı bekaya irtihâl etmesi ve benim onun zatına doyamamam... Kendileri 6 Kasım 2020 Perşembe’yi Cuma ya bağlayan bir vakitte, gece saat 03:00 civarlarında ancak “Tarifsiz bir acı!” diyebildiğim bir halet-i ruhiye ile bir lahzada derinimize, ilanihaye sönmeyecek bir köz bırakarak sırlandılar. Öyle ki verilen teselliler dahi bize onun teskin ve tesellilerini hatırlattığından, közümüzü körüklemekten öteye geçmedi, geçmiyor, geçmeyecek... Bu acı mı? Gözyaşının dindiremeyeceği bir hararet... Yakacak temizleyene kadar... Şimdi bir başka anlıyorum Hazreti Ömer’in(ra) Efendimiz’in (sav) vefatı’nı öğrenince: “Kim ‘Muhammet(sav) öldü.’ Derse, vücudunu ikiye bölerim!” demesini! Ve Hz.Ebubekir’in(ra) metanetini... Âşıklar unutulunca ölürler ama bu ölme de, unutan kişide gerçekleşir. Yani ölen yine âşık değil unutandır! Allah dostları hayatlarının her aşamasında, Cenab-ı Hakkın rızası için mücadele vermektedirler. Bu yüzden sürekli olarak onun yolundadırlar.İşte bu uğurda mücadele edenlerin ölü olmadığını “Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.”(Bakara-154) buyurarak, bizlere aşkın şehitlerinin ölmediklerini haber vermektedir. Bizler inanıyoruz ki Efendimiz (sav) ve onun yolundan giden dostları mübarek ruhaniyetleri ile meftunlarının aşk meclislerine teşrif etmeye ilanihaye devam edecekler. Bu Allah’ın kudretinden ve gayba inanan biz müminlerin anlayışından uzak değildir. İşte bu nispette Peygambere olan aşklarından, aşkın peygamberi olacak bir kemale ermiş olanların zirvesidir Hâce hazretleri. Kitabullah’a ve sünnet-i Resûlullah’a olan bağlılığı tarif edilemez bir boyutta olan Hâce hazretleri 62 yıllık hayatlarında bir an dahi bu mukaddesatlardan şaşmamıştır. Gönlümüze öyle geliyor ki, ömrünün hitama erdiği yaş dahi, sünnete mutabık olması bakımından bir şiardır Allahû alem! Eğitime fevki ile önem veren Hâce hazretleri, ömrünün son
anlarında nefes alıp vermekte zorlandıkları bir halde iken dahi, içerisinde “Emr’i bil maruf, Nehyi anil münker” emri ilahisinin talim, tatbik ve tebliği vazifesini yüklenecek öğrencileri barındıracak külliye ve inşaatların ihmal edilmemesini, eksik müştemilatların tamamlanmasına dair iştiyak ve arzularını dile getirerek, canan’ı yine canın önüne aldığını bir kez daha tecelli ettirmesi bakımından manidardır. Bir avuç ilaç aldığı halde “Bir avuç insan!” demeden, çok kere hasta ve rahatsız bir halde sohbetlerini irad etmekten, hakkı, hakikati anlatmaktan geri durmadı. Serlevha olarak belirledikleri “Mü’min in hayatı talim, tatbik ve tebliğden ibarettir.” veciz ifadesi ile müminin nasıl tezyin edilmesi gerektiğini hem ifade etmiş hem de uygulamışlardır. Dünya meşakkatine tek bir bireyin feda edilmemesi noktasındaki hassasiyetleri, arzu ve gayretleri kendisinin insan merkezli irşad metodunu izlediğinin nişanesi olmuştur. Hace Hazretleri “Hubbul vatan,minel iman” (Vatan sevgisi, imandandır.) hadisinin şuurunu birliğin, dirliğe vesile olacağı genç dimağlara akatararak mümin, vatanperver gençlerin yetişmesine önem vermişlerdir. Ülkemizin birçok şehrinde adeta türlü çiçeklerden topladığı özleri bal yapıyormuşçasına önem ve hassasiyetle bir araya getirdiği kovanında ihvan şuurunu aşılayarak tebliğ vazifesini irad etmiştir. Manevi enkazların altında kalmış olan inançzedeler’e olan müşfik yaklaşımıyla gönülleri fetheden Hâce hazretleri görüldüğünde Allah’ı hatırlatan namütenahi bir vakar, edep ve muhabbet pınarına sahipti. Kendisinin Dar-ı bekaya irtihali içimizde derin bir ateş ve acı bırakmıştır. Bu ateşin küllerinden nice ateşlerin palazlanacağı şüphesizdir. Zira; yağmur yağınca âşıkların başını açarak rahmetten müstefid olmasını O bize öğretti. Zat-ı âlileri tefekkür deryasına daldırdığımız kovamıza, engin feyizlerin dolmasına vesiledirler ve olmaya da devam edeceklerdir. İşte bu manidar hadisenin neticesinde ise yine o engin tefekkür deryasından çıkan kovadan gönlümüze şu duygular serpiştirilmekte ki; İnsanda bir acının var olması, O insanın var olmasını sağlamaktadır. “Derdimin dermanı, derdimde gizlidir.” kabilinde. Acı, mübtela olduğumuz varlık marazının sebebidir. “ Kaderden emin olan, kederden emin olur.” anlayışını şiar edinen insanlar, acının kendilerini bir başka kemalata erdireceğini ve bir başka doğuma işaret ettiğini anlar. Hâce hazretleri de bizlere böyle bir acı bıraktı ve bu acı bizi diri tutacak inşallah. Bize en tesirli sohbetini yaptı bir bakıma(!) Kimi “Aşkın şehidi” kimi “Aşkın şahidi” diye bilinir. Biz Hâce hazretlerinde bunu fevkiyle idrak etmiş müridanları ve kendi ifadeleri ile “Bedenim de azâlarım!” diye taltif ettiği uzuvları olarak bu duruma Dünyada da, Ukbada da şahidiz. Allah zatının esrarını kudsi eylesin. Bizleri onlarla, sevdiklerimizle haşr eylesin. Hak dostlarının izinden yürümeyi nasip eylesin. Onların bereketlerini üzerimizden eksik eylemesin. Acımızı mübarek eylesin.
Selam ve dua ile...